GENEL BAŞKANIMIZ SAYIN MUSTAFA DESTİCİ BASIN TOPLANTISI DÜZENLEDİ
Değerli Basın Mensupları,
Geçtiğimiz hafta sonu, Ankara’da, bir eğlence mekanında, müzisyen Onur Şener, vahşi bir cinayetin kurbanı oldu.
Öncelikle hayatını kaybeden sanatçıya Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum.
Büyük üzüntü duyduğumuz hadiseyle ilgili zanlıların yakalanmış olması tek tesellimiz.
Emniyet ve yargı kurumlarımız görevlerinin başındadır.
Suçluların, hiçbir şüpheye ve kamu vicdanının zedelenmesine neden olunmadan, en ağır şekilde cezalandırılacağını umuyorum.
Değerli Basın Mensupları,
Yaşanan hadisenin, basında ve sosyal medyada, “bir hayat tarzına müdahale” ve yaşanan bir adli vaka üzerinden, müteselsilen, kamu kurumlarımızı, hükümeti ve devletimizi hedef alan yayınlara yoğun bir biçimde konu edildiğine şahit olduk.
Bu durumdan dolayı da ayrıca üzüntülerimi dile getirmek istiyorum.
Maalesef, yaşananlar ve mağdurlar adına duyduğumuz üzüntümüz, son yıllarda, her hadiseden “bir çatışma ortamı yaratmak” için, internet üzerinden yürütülen organize kampanyalara, bir yenisinin eklenmesi dolayısıyla, bir kat daha artıyor.
Değerli Arkadaşlar,
Önceki gün ise sosyal medya üzerinden, Kur’an-ı Kerim’e yönelik bir saldırıya, saldırganların İslam'a ve Müslümanlara yönelttikleri ağır ve iğrenç hakaretlere şahit olduk.
İçişleri Bakanlığımız, bu çirkin hadisenin faillerinin, Çiğli’de gözaltına alındıklarını açıkladı.
Son dönemde sıklıkla karşılaştığımız bu tip fiilleri, “alkolün tesiriyle yapılmış münferit hadiseler” olarak görmüyoruz.
Sıkıntılarla dolu bir süreçten geçiyoruz.
Dünyanın adım adım savaşa sürüklendiği, tüm dünyada pandemiden; siyasi krizlerden; küresel emperyalizmin, hiçbir ahlak ölçüsü tanımadan, tüm kaynakları sömürme çabalarından kaynaklanan zor şartları yaşadığı dönemde; psikolojik harp, internet medyası ve sosyal medya üzerinden, milletimize karşı bir silah olarak kullanılmaya devam ediyor.
İnternet yayıncılığı ve sosyal medyanın, artık, hayatın görmezden gelinemez bir gerçeği olduğunu kabul etmek zorundayız.
Bu gerçekten hareketle, bu yayınlar karşısında, hem toplum düzenini hem de fertleri korumanın, devletlerin, hukukun, dolayısıyla parlamentoların görevi olduğunu düşünüyorum.
Kıymetli Basın Mensupları,
Bu hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’mizde, “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” görüşülüyor.
Teklifi ilk aşamadan itibaren dikkatle takip ediyoruz.
Düşüncelerimizi, ilgililerle ve kamuoyuyla, hiçbir sınırlama olmadan paylaştık, paylaşmaya devam ediyoruz.
Teklifin, gerekçeleri başta olmak üzere, tümüyle ilgili Cumhur İttifakı’nın diğer bileşenleriyle aynı endişeleri taşıyoruz, aynı doğrultuda düşünüyoruz.
Değerli Basın Mensupları,
Dijitalleşme, insan hayatında artan bir boyutta etkili oluyor.
Sosyal medya platformlarının artması ve çeşitlenmesi, kişilerin sosyolojik, hukuki birçok problemle veya kişisel haklarının ihlaliyle karşılaşmasını beraberinde getiriyor.
Bununla birlikte, sosyal ağ sağlayıcıların veya dijital dünyanın arka planında rol alan diğer aktörlerin, geniş çaplı kullanıcı sayıları ile kullanıcı verilerinden yararlanarak elde ettikleri milyarlarca dolar gelire veya özel bilgilere rağmen, kişilerin haklarının korunması noktasında ihtiyaç duyulan önleyici ve koruyucu mekanizmaları geliştirmedikleri ya da etkin tedbirler almadıkları veyahut kullanıcıların ve devletlerin haklı taleplerine direnç gösterdikleri gözlemleniyor.
Devletin bu alanda ki yükümlülüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunacağı ve aynı zamanda ifade özgürlüğünün de güvence altına alınacağı düzenleyici bir rol üstlenmesidir.
Devletler, vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini, hem diğer kullanıcılara hem de sosyal medya platformlarına karşı korumak zorundadır.
Bu kapsamda, hem Avrupa ülkeleri hem de Amerika Birleşik Devletleri, dijital dönüşümün küresel ölçekte ve toplumun tüm kesimlerinde hissedilir hale gelmesi ile birlikte, bu alanda yeni düzenlemeler yapıyorlar.
Avrupa Birliği " Dijital Hizmetler Yasası" ve "Genel Veri Koruma Tüzüğünde" olduğu gibi, arka arkaya adımlar atıyor.
Biz de dijital dünyada vatandaşlarımızın karşılaştığı sorunları çözebilmek adına, söz konusu diğer ülke ve uluslararası kuruluş düzenlemelerini de dikkate alarak, gerekli adımları atmak zorundayız.
Bu adımların zemininde, özellikle ifade özgürlüğüne temas eden noktalarda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10. Maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında bulunan hükümler yer almaktadır.
Anayasamızın ilgili hükümleri ile tanınan ve koruma altına alınan temel hak ve özgürlükleri, ülkemiz, gerçek dünyada olduğu gibi, dijital dünyada da korumayı amaçlıyor.
Dijital dünyada da insanların onur, şeref ve saygınlığını, kişisel haklarını, özel hayatlarının dokunulmazlığını ve kişisel verilerini korumak zorundayız.
Bu kapsamda, “yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma” eyleminin, “birey ve toplum iradesini ipotek altına alan” ve “vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma hakkını engelleyen” ciddi bir tehdit haline geldiğini kabul etmek durumundayız.
Bu tehdit, aynı zamanda, çeşitli özgürlükleri istismar etmek suretiyle, başta “ifade özgürlüğü” ve “haber alma özgürlüğü” olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engellemeye yöneliyor.
Değerli Basın Mensupları,
Tüm dünya ülkeleriyle birlikte, bizim de bir an önce hayata geçmesini zaruret olarak görüp, adımlar attığımız bu düzenlemelerin, öncekilere benzer şekilde, dezenformasyon ve provokasyon çabalarının hedefi olduğunu görüyoruz.
Daha önce, sosyal medya platformlarının Türkiye’de temsilcilik açmalarına yönelik düzenlemeler de benzer tepkilerle karşılanmıştı.
Bu düzenlemelerle, tüm sosyal medya mecralarının, siyasetin, iktidarın kontrolüne gireceği iddia edilmişti.
Zaman geçtikçe, iddiaların tümünün, “mesnetsiz”, “yanıltıcı” ve “maksatlı” olduğu ortaya çıktı.
Güvenlik ve adalet kurumlarımız, çok sayıda suçun aydınlatılması konusunda, bu düzenleme sayesinde önemli mesafeler aldılar ve söz konusu suçların mağdurlarının adalet arayışlarına önemli katkılar sağlanmış oldu.
Teklifle ilgili, Genel Kurul sürecini de dikkatle takip ediyoruz, her aşamada katkı sağlamaya devam edeceğiz.
Teklifin, ülkemiz ve milletimiz için hayırlar getirmesini diliyorum.
Değerli Basın Mensupları
Bildiğiniz gibi bu hafta, CHP, başörtüsüyle ilgili dün bir yasa teklifi verdi.
3 maddelik kanun teklifi şöyle:
“1- Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile üst kuruluşlarına bağlı olarak bir mesleği icra eden kadınlar, yürüttükleri mesleğin icrası kapsamında giyilmesi gerekli cübbe, önlük, üniforma vb. dışında kıyafet giymek ya da giymemek gibi temel hak ve özgürlükleri ihlal edecek biçimde herhangi bir zorlamaya tabi tutulamaz.
2- Bu Kanun hükümlerini Cumhurbaşkanı yürütür.
3- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.”
Problem 2008 yılında Anayasa’nın 10. ve 40. maddelerinde yapılan değişikliklerle çözüldü.
Değerli Basın Mensupları,
Size o gün yapılmış bir açıklamadan cümleler okumak istiyorum:
“Yapılmak istenen, Türkiye'yi Ortaçağ karanlığına geri götürmek ve 85 yıllık Cumhuriyet'in rövanşını almaktır."
"Anayasa değişikliğine 'evet' diyecek tüm milletvekillerini sağduyuya davet ediyoruz. Toplumu kargaşaya, maceraya sürükleyecek, girişimlerden vazgeçmek için açık çağrıda bulunuyoruz"
"Türkiye Cumhuriyeti, yaşamında belki de bu kadar büyük bunalımlara gebe olmamıştı."
“Gelişmelerden endişe ve kuşku duyuyoruz.”
“Toplum, esenlikli bir yaşama kavuşması için çok büyük engellerle karşı karşıya…”
Açıklama kimin, merak ettiniz mi?
Söyleyelim:
TBMM Genel Kurulu'nda yapılan anayasa değişikliğinin ikinci tur oylaması öncesinde parlamentoda yapılan basın toplantında bu açıklamayı yapanlar, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Hakkı Suha Okay ve Kemal Kılıçdaroğlu…
Değerli Basın Mensupları
Konu, Türkiye’nin 2000’li yıllara kadar yaşadığı siyasi çalkantıların önemli bir kısmına şahit olan bizim kuşağımız için, her hangi bir istismarın çarpıtamayacağı kadar net.
Teklifle hedeflenenin, ülkemizin 2000’li yıllarını bizzat yaşamamış genç seçmenlerimiz üzerinde, yeni yalanlarla bir algı oluşturulması gayretleri olduğunu bütün açıklığıyla görüyoruz.
Değerli Arkadaşlar,
Anayasamızın 10. Maddesine göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Bu açık anayasa hükmü, temel insan hakları, milletimizin binlerce yıllık gelenekleri ayaklar altına alınarak, nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan ülkemizde, başörtülü vatandaşlarımızın herhangi bir kamu görevinde bulunmaları yıllarca yasaklandı.
Seçimle gelinen hiçbir göreve, çok uzun yıllar başörtülü vatandaşlarımız aday olamadı, seçilseler bile görev yaptırılmadı.
Kamu görevlerinde bulunmalarının engellenmesi bir tarafa, devlete karşı tüm yükümlülüklerini yerine getiren vatandaşlarımız, başörtülü oldukları gerekçesiyle, esasen vatandaş olarak hiçbir ayrım gözetilmemesi gererek “hizmet aldıkları”, okullara, hastanelere, orduevlerine sokulmadılar.
Dönem dönem, okullardan sürüklenerek atılan kız çocuklarımızın; askeri hastanelerin kapısından çevrilen asker annelerinin, asker eşlerinin, şehit ailelerinin; orduevlerinde çocuklarının düğünlerine sokulmayan asker annelerinin, asker yakınlarının; acılarına, dramlarına, gözyaşlarına şahit olduk.
Bu uygulamaların siyasetteki tek desteği, hep ve daima Cumhuriyet Halk Partisi, onun öncülleri, ardılları ya da türevleriydi.
Bu teklif, bizim için trajikomik bir oyundan fazla hiçbir şey ifade etmiyor.
O dönemleri bizzat yaşamayan vatandaşlarımıza ise, gerçekleri, gerekirse her gün ve her zeminde anlatmaya devam edeceğiz.
Herkese, “Türkiye’de başörtüsü problemi niye yaşandı?” sorusunu soracak, sorunun cevaplarını, bütün detaylarıyla ve örnekleriyle, bıkmadan, usanmadan anlatacağız.
CHP’nin bugünlerde sıkça kullandığı “helalleşme” kelimesinin de başka bir aldatmaca olduğunu görüyoruz.
“Başörtüsü”yle başlayan helalleşme cümleleri, “PKK’lı teröristler”le ve “15 Temmuz’un failleri”yle devam ediyor.
Türkiye’nin geleceğine dair hiçbir proje üretemeyenlerin; Türkiye’nin problemlerine dair hiçbir çözüm önerisi ortaya koyamayanların; oy almak için, geçmişte zulmettiklerine ve Türkiye’ye savaş açmış terör odaklarına sarılma gayretlerini ibretle izliyoruz.
Değerli Basın Mensupları
Dün de bir toplantı vesilesiyle ifade etmiştim.
Türkiye’ye terörün maliyeti, hiçbir şekilde telafi edemeyeceğimiz insani kayıplarımızın yanında 2 trilyon dolar.
Bu rakam, Türkiye’nin 2022 “brüt dış borcu”nun 4 katından daha fazla.
Bugün bir yandan ekonomik sıkıntılarımızı siyaset malzemesi yapıp öbür yandan PKK’nın siyasi kanadıyla el ele tutunmaya çalışanlara açıkça söylüyorum:
İhanetle kucaklaşıyorsunuz…
Değerli Basın Mensupları,
Dışişleri Bakanlığımız tarafından, Türkiye ve Libya arasında hidrokarbon alanında mutabakat muhtırası imzalandığını açıklandı.
Anlaşmayla, hem karada hem denizde ve yetki alanlarımızda, Türk ve Libya firmalarının birlikte araştırma ve sondaj konularında iş birliğine gitmeleri hedefleniyor.
Türkiye ile Libya Milli Birlik Hükümeti arasında imzalanan ve hidrokarbonlar alanında karada ve denizde ikili bilimsel, teknik, teknolojik, hukuki, idari ve ticari iş birliğinin geliştirilmesini öngören Mutabakat Zaptı hakkında, Yunanistan ve AB sözcüleri tarafından yapılan açıklamaların, hukuki yönüyle de siyasi yönüyle de hiçbir değeri olmadığını aracılığınızla ifade etmek istiyorum.
İki egemen devlet arasında iş birliğine yönelik anlaşmaya itiraz edilmesini, hem uluslararası hukuka hem de Birleşmiş Milletlerin temel ilkelerine aykırıdır.
Bu açıklamalar ve tavır, Türkiye’ye karşı yürütülen “örtülü savaş”ın yeni bir tezahürüdür.
Hiçbir baskıya, hiçbir dayatmaya, hiçbir hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğimizi tekrar ediyor, basın toplantımıza katılan siz değerli basın mensuplarını ve izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.