Her Türk vatandaşının ezbere bildiği “23 Nisan 1920” tarihini, öncesi ve sonrasıyla adım adım değerlendirdiğimizde, bugün önemini daha iyi anlamamız gerektiğini düşündüğüm iki kavramla karşılaşırız.
Bunlar “devlet aklı” ve “millet iradesi”dir.
Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmesi, savaşın galibi olan batılı devletler için 800 yılı aşkın süredir devam eden “Şark Meselesi”nin sona erdiği anlamına geliyordu.
Batı ülkeleri, Anadolu’daki Türk varlığını bir “mesele” olarak görüyor ve kağıt üzerinde paylaştıkları Anadolu topraklarında, artık, Türklerin varlıklarını devam ettiremeyeceğini düşünüyorlardı. Lakin yanıldıklarını ve Türk Milleti’nin şartlar ne olursa olsun, bağımsızlığından vazgeçmeyeceğini çok kısa sürede anladılar.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli’yi kabul etti.
Karar, 17 Şubat 1920’de tüm dünyaya ilan edildi.
Bu gelişme üzerine, İtilaf Devletleri, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler.
Bir İngiliz askeri birliği, Meclis’i basarak Rauf Bey’in de içinde olduğu bazı milletvekillerini tutukladılar.
Bunun üzerine 18 Mart’ta toplanan mebuslar, Meclis-i Mebusan’ı süresiz tatil edip Ankara’da toplanma kararı verdiler.
Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un işgalinden üç gün sonra, 19 Mart 1920’de bir genelge yayınlayarak, Meclis’in Ankara’da açılması için bir davette bulundu.
Aynı davet, Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi Celaleddin Arif tarafından da yapıldı.
21 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Paşa imzasıyla, kolordulara, valiliklere, Müdafaa-i Hukuk Heyetlerine ve belediye başkanlıklarına “çok acele” kaydıyla şu telgraf çekildi:
“... Yüce Allah’ın lütfuyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra, Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır...”
Meclis-i Mebusan üyelerinin tamamına yakını Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ne katıldı.
Tarihi gerçekler bunlar…
Ve bu gerçeklerin ışığında, Büyük Millet Meclisi’nin hem Meclis-i Mebusan’ın devamı hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olduğunu söylemek durumundayız.
Meclis’imiz, 24 Nisan 1920 tarihinde yaptığı ikinci toplantısında, Mustafa Kemal Paşa’yı Meclis Başkanlığına seçti.
Meclis’imizin adı, ilk kez, 8 Şubat 1921’de yayınlanan Bakanlar Kurulu Kararnamesinde “Türkiye Büyük Milet Meclisi” olarak resmiyet kazandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığı, Cumhurbaşkanı seçildiği 29 Ekim 1923 tarihine kadar devam etmiştir.
“Türk” kelimesinin tarih sahnesine çıktığı günden bugüne; “devletin varlığı”, “milletin birliği” ve “vatanın bütünlüğü”, var olmamızı sağlayan temel esaslar olmuştur.
Bu üç ayaktan herhangi birinin kırıldığı noktada, milletçe, “felaket” olarak adlandırdığımız şartları yaşadık.
Kalbinin, 105. yılını kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu kabul ettiğimiz Türkiye Cumhuriyeti, bu esaslara sahip çıkmak ve “devlet aklı” ile “millet iradesi”ni her şeyin üzerinde tutmak zorundadır.
Meclis’imiz, kaybettiğimiz 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinin işgal ettiği vatan topraklarında, milletimizin kurtuluş ve var olma mücadelesini yönetti.
Yokluk içinde, sadece Allah’a ve milletine sırtını dayayarak verdiği savaşta, yurdun her karış toprağını düşmandan temizleyerek zafer kazandı.
Meclis’imiz, cumhuriyetle birlikte, son 70 yılında emperyalistlerce “hasta adam” olarak anılan fakat geriye güçlü bir bakiye ve iyi yetişmiş bir kadro bırakan imparatorluğun ardından, bağımsız, hür, çağdaş, güçlü bir “devlet”, “ekonomi” ve “toplum” inşa etti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu yönüyle hem Türk tarihinde, hem de dünya tarihinde çok önemli ve özel bir yer tutar.
Türk Milleti, Büyük Millet Meclisi’yle bunun için gurur duyar.
Onun geçmişte neleri başardığı, gelecekte de neleri başarabileceğinin en büyük nişanesidir.
Evet, eksiklerimiz var.
En doğru bakış açısı, bu eksikler konusunda milletimizin Meclis’imize yönelik sitemlerini, yine milletimizin, mazisine bakarak duyduğu, Meclis’ine yönelik sevgisine, ona atfettiği olağanüstü güce ve ondan beklentilerinin büyüklüğüne bağlamak olmalıdır.
Neye sahip olduğumuzu, sahip olduklarımızın değerlerini, özellikle onları kaybetmeden bilmemiz çok mühimdir.
İşgal günlerinde karşı karşıya olduğumuz zihniyetin sahipleri, dün ordularıyla yaptıklarını, bugün kurdurup kontrol ettikleri terör örgütleri ve içimizdeki hainler aracılığıyla ve dahi ülkemize yönelik askeri, siyasi, ekonomik yaptırımlarla gerçekleştirmeye çalışıyorlar.
Eksiklerimizi gidermeye, öncelikle TBMM ve yerel yönetimler olmak üzere, devletimizin kurumlarını “terör uzantıları”ndan temizleyerek başlayabiliriz.
Eksiklerimizi, daha iyi işleyen, daha sağlam gelenek ve teamüllere sahip bir demokrasi, hukuk, eğitim ve ekonomi sistemiyle, yine demokrasi ve hukuk kuralları içinde, ahlakı ve milli kültürümüzü temel alan bir siyaset anlayışıyla, ancak milletimizle birlikte gidereceğiz.
Dünya üzerinde, diğerlerine göre daha “güçlü”, daha “müreffeh”, insanlarının daha “mutlu” olduğu ülkeler, zengin yer altı ve yer üstü kaynakları olanlar değil.
Daha güçlü, daha müreffeh, insanlarının daha mutlu olduğu bir ülke haline; demokrasi geleneğimizi daha da güçlendirerek, daha güvenilir bir hukuk sistemi inşa ederek, milli ve manevi kimliğimize sahip çıkarak, ahlakı temel alan bir siyaset anlayışı geliştirerek ve elbette daha çok çalışarak, birbirimize, değerlerimize daha çok sarılarak ulaşacağız.
Bu gerçekleri hiç unutmamalı, bu istikamette çalışmalı ve potansiyelimize, milletimize, kendimize ve en çok da gençlerimize daha çok güvenmeliyiz.
Bir de, Vatanı korumanın çocukları korumakla başladığını hiç hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Milletimizin, ancak devleti güçlü olursa yarınlara güvenle bakacağını asla unutmamalıyız.
Bu inanç ve düşüncelerle, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Kurtuluş Savaşı’mızı yöneten, onu zaferle sonuçlandırarak Cumhuriyeti kuran 1. Meclis’in kahraman üyelerini, Milli Mücadele’yi kazanarak, Anadolu’nun Türk Milleti’ne vatan olmaya devam etmesini sağlayan aziz şehitlerimizi, gazilerimizi, rahmetle, minnetle anıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun 105. Yılı ile necip milletimizin ve Atatürk’ün armağan ettiği; başta şehit öğretmenlerimizin öğrencileri, evlatları ile şehit asker, polis ve güvenlik korucularımızın çocukları olmak üzere; geleceğimizin teminatı çocuklarımızın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı, milletimizin aydınlık geleceğine vesile olması dileklerimle kutluyorum.