2025 yılının öne çıkan başlıklarında Türkiye ve dünya gündemini değerlendiren Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici şunları söyledi:
2025 yılının son basın toplantısını gerçekleştiriyoruz. Bu basın toplantısında tabii ki güncel ve gündemdeki konularla birlikte 2025 yılında ülkemizde ve dünyada yaşanan bazı konulara —tabii hepsine böyle kısa bir süre içerisinde değinmemiz ya da hepsini yorumlamamız mümkün değil— önemli gördüklerimize, bu konudaki fikirlerimizi tekrar sizinle paylaşacağız. Konuşmamızın sonunda da 2026 yılına dair mesajımızı yine siz kıymetli basın mensuplarımız aracılığıyla kamuoyuyla paylaşacağız.
YALOVA'DAKİ HAİN SALDIRIDA ÜÇ POLİSİMİZ ŞEHİT OLDU
Kıymetli basın mensupları, değerli vatandaşlarım... Üzgünüz, üç şehidimiz var; sekiz polisimiz ve bir bekçimiz yaralı. Ben öncelikle pazartesi günü Yalova'da terör örgütü DEAŞ tarafından gerçekleştirilen kahpe saldırıda hayatını kaybederek şehadete yürüyen polis memurumuz Yasin Koçyiğit kardeşimizi, polis memurumuz Turgut Külünk kardeşimizi, polis memurumuz İlker Pehlivan kardeşimizi bir kez daha rahmetle, minnetle ve şükranla yâd ediyorum. Mekânları cennet olsun, makamları âli olsun. Başta aile efratları; anne, babaları, eşleri, çocukları olmak üzere tüm yakınlarına, tüm sevenlerine, Türk Polis Teşkilatı'na ve milletimize başsağlığı ve sabır niyaz ediyorum. Hepsi dün tekbirlerle, dualarla, milletimizin yoğun katılımıyla Hakk'a uğurlandı. Bir kez daha ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun, makamları âli olsun. Bu millet; aziz ve Müslüman Türk milleti onları asla unutmayacak ve kalbinde yaşatacak, hatıralarını yaşatacak ve geride bıraktıkları aile efradına da sahip çıkacaktır. Onlar bu dünyada kazanılabilecek en büyük zaferi kazanarak gitmişlerdir. Cenab-ı Hak bir kez daha kendilerinin makamını âli eylesin diyorum. Yaralı olan sekiz polis kardeşimize ve bir bekçi kardeşimize de bir kez daha Cenab-ı Hak'tan acil şifalar niyaz ediyorum. Ailelerine de yakınlarına da milletimize de geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.
TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜNE KARŞI İLKESEL DURUŞ
Kıymetli basın mensupları, değerli arkadaşlar... Hepimizin bildiği ve kabul ettiği gibi terör bir insanlık suçudur. Terörün milliyeti, dini, mezhebi, ahlakı ve ideolojisi yoktur. Hiçbir şey, hiçbir inanç, hiçbir etnik köken, hiçbir mezhebi anlayış, hiçbir ideoloji terörü meşru gösteremez. Bu sebeple terör kimden gelirse gelsin ve kime karşı yapılırsa yapılsın karşı olduğumuzu, bu ilkeli duruşumuzu her şartta ifade etmeye devam edeceğiz. Birileri gibi efendim kendi tarafından gelince suspus olanlardan olmadık, olmayacağız. Ya da birileri gibi kendi tarafından olmayınca da ateş püskürenlerden de olmadık. Bizim ilkesel bir duruşumuz var. Her konuda olduğu gibi bir kere daha altını çizerek söylüyorum: İster PKK yapsın, ister DEAŞ yapsın, ister başka bir terör örgütü yapsın; inancı, ideolojisi ne olursa olsun biz teröre kökten karşıyız. Kökünün kazılması gerektiğini savunuyoruz ve bundan sonra da aynı duruşumuzu muhafaza edeceğiz. Tabii teröre karşı yapılması gereken tek şey, terörü bütün unsurlarıyla birlikte yok etmektir. Biraz sonra Türkiye'nin terörle mücadele serüveniyle ilgili ve gelinen son durumla ilgili de elbette ki birkaç cümleyi yine sizinle paylaşacağız.
ANKARA'DAN KALKAN LİBYA UÇAĞININ DÜŞMESİ
Kıymetli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım... 2025'in sonlarında maalesef ülkemizde acı bir uçak düşme hadisesi yaşandı. 23 Aralık 2025 akşamı Ankara Esenboğa Havalimanı'ndan Trablus'a, Libya Trablus'a gitmek üzere saat 20.10'da havalanan ve içerisinde Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali el-Haddad'la birlikte beş kişinin bulunduğu uçak, maalesef henüz daha sebebi açıklanmayan bir nedenle düştü. Çok üzücüydü. Tabii üzücü olmasının en büyük özelliği; kardeş, dost Libya ülkesinin genelkurmay başkanının ve kendisine eşlik eden diğer dört kişinin de hayatını kaybetmesi. Uçakta tabii mürettebat da var, sekiz kişi hayatını kaybetti. En üzücü olan kısmı buydu. Ben bu hadisede hayatını kaybeden başta Libya Genelkurmay Başkanı el-Haddad olmak üzere tüm kardeşlerimize ve mürettebata rahmet diliyorum, Allah'tan rahmet diliyorum. Ailelerine ve Libya halkına da başsağlığı ve sabır niyaz ediyorum.
UÇAK KAZASI ÜZERİNDEN YÜRÜTÜLEN KARALAMA KAMPANYALARI
Tabii tarih boyunca bu tür hadiseleri izlediğimizde kaza süsü verilmiş pek çok cinayet, sabotaj ya da suikastın gerçekleştiğini hepimiz biliyoruz. Ses kayıtları ortada, kara kutusu bulundu. İnşallah en kısa zamanda olay aydınlatılır. Tabii burada uçağın Türkiye'de düşmüş olması üzerinden başta İsrail ve Yunanistan birtakım spekülatif haberlere ya da görüşlere imza attılar. Tabii buradaki esas amaç; başta Libya ile Türkiye'nin ilişkilerini bozmak, Akdeniz'de imzaladıkları deniz anlaşmasını ortadan kaldırmak ve daha sonra da Doğu Akdeniz başta olmak üzere Akdeniz hâkimiyetini Türkiye'siz bir şekilde kurmak, Türkiye'yi yalnızlaştırmak ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere Akdeniz'deki hidrokarbon yataklarından, enerji yataklarından Türkiye'yi uzaklaştırmak. Tamamen siyasetin bu olduğunu görüyoruz, bu olduğunu biliyoruz. Türkiye bunun farkındadır, Türkiye bunun idrakindedir. Elbette ki Türkiye bütün bu oyunları bozacak güce de kudrete de iradeye de sahiptir. İnşallah bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bu ve benzer süreçlerdeki iftira ve karalama kampanyasından da Türkiye aklanarak çıkacaktır.
YOLSUZLUK OPERASYONLARI
Kıymetli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım... Tabii bu senenin kamuoyunu en çok meşgul eden konularından bir tanesi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere bazı büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarına karşı yürütülen yolsuzluk operasyonları, gözaltılar, tutuklamalar, kayyumlar, görevden uzaklaştırmalar... Bütün bunlar Türkiye'nin gündemini meşgul etti ve meşgul etmeye de devam ediyor. Biz yine olayın ilk başladığı günkü tavrımızı muhafaza ediyoruz. O da şudur: Yine işte biraz önce efendim terörle mücadele konusunda ifade ettiğim gibi biz ilkeli bir siyasi partiyiz. Kamuoyu araştırmalarında sorulduğunda "Büyük Birlik Partisi'ni nasıl değerlendiriyorsunuz?" denildiğinde Büyük Birlik Partisi'nin ilkeli duruşu ortaya çıkmaktadır. Burada da aynı duruşumu muhafaza ediyorum. Biz her şeyin, bu tür süreçlerin hukuk ve demokrasi içerisinde işlemesinden yanayız. Şu anda süreç bu şekilde işliyor. İkincisi, masumiyet karinesinin muhafaza edilmesi; herkes için, her hadise için muhafaza edilmesi gerektiğini söylüyoruz. Üçüncüsü de elbette ki suçlananlar, itham edilenler, gözaltına alınanlar, tutuklananlar; bunların da yargıya karşı saygılı olmaları gerektiğini söylüyoruz.
TÜRK YARGI SİSTEMİNE GÜVEN
Neticede Türkiye'de oturmuş bir yargı sistemi var. Ve dolayısıyla da ilk mahkemeler hata yapsa bile bunun istinafı var, o hata yapsa bunun Yargıtay'ı var, Anayasa Mahkemesi var. Dolayısıyla da Türkiye iç hukuku dünyadaki pek çok devletten daha tecrübeli, daha oturmuş; ve daha hakkaniyetli ve adil bir hukuk sistemimiz var. İyi yargıçlarımız var; tecrübeli, bilgili, vicdanlı yargıçlarımız var. Hâkimlerimiz var, savcılarımız var, kurullarımız var. Dolayısıyla da herkesin de Türk yargısına güvenmesi gerektiğini ve sonuçta mutlaka eğriyle doğrunun ya da yaşla kurunun ayrılacağını da herkesin göreceğini ifade ediyoruz. Ama tabii süreç hepimizin ve herkesin hatta yargımızın en üst tepesindekilerin bile ifade ettiği ve serzenişte bulunduğu iki husus daha var. Bu ve benzer yargılama süreçleriyle ilgili, daha doğrusu genel yargılama süreçleriyle ilgili; bu da nedir? Bu da birincisi mahkemelerin uzun sürüyor olmasıdır. Yargılama süreçlerinin uzunluğudur. En kısa sürede yargılamalar sonuçlandırılmalıdır.
UZUN TUTUKLULUK SÜRELERİ
İkincisi de tutukluluk sürelerinin yine uzunluğudur. Mesela bir insan bir şeyle itham ediliyor, tutuklanıyor. Daha sonra diyelim ki beraat ediyor. Yattığı, yattığı nerede? Aylarca yatıyor. Onun için ben mümkün olduğu kadar tutuklamaya başvurulmaması gerektiğini; özellikle kaçma şüphesi yoksa ve deliller sabit değilse, dolayısıyla da delilleri yok etme gibi bir kesin şüphe yoksa, güçlü ve kuvvetli şüphe yoksa bence tutuklamaya —tabii ki katalog suçları hariç; adam öldürmedir, uyuşturucudur, terördür, kadına şiddettir, çocuk kaçırmadır, bunları saymıyorum— katalog suçları hariç olan suçlarda tutuklamaların bence bu konularda daha dikkatli olunması gerektiğinin de altını bir kez daha çiziyorum. Bu konular tabii ki siyasetin gündemi hâline geliyor, konusu hâline geliyor. Tabii karşılıklı açıklamalar, suçlamalar, ithamlar da aslında süreci etkileyen ya da belli noktalarda sürecin gidişatını da —bu anlamda seyrini de bu anlamda en azından toplum gözünde gerçekte böyle olmasa bile— toplum gözünde "Acaba siyaset mi bu süreçleri belirliyor?" gibi bir anlayışın da ortaya çıkmasına sebep oluyor.
HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI
Bu yine kamuoyuna yansıyor. Orada da neyi görüyoruz? Yine vatandaşa sorulduğunda "En büyük problem nedir?" diye; birincisi ekonomi çıkıyor, ikincisi adalet çıkıyor. Onun için biz yine ilkesel bir duruş olarak söylüyoruz: Hukukun üstünlüğünün muhafaza edildiği bir hukuk sistemi diyoruz. Burada siyasetin bu hadiselerin işine girmesi noktasında da tek taraflı konuşmuyorum. İki ucu birden söylüyorum, iki taraflı konuşuyorum. Yani efendim hem iktidar hem muhalefet; yani neredeyse Meclisteki bütün partilerin bu işin içine girdiklerini ve adeta yargıç ve savcı görevi üstlendiklerini görüyoruz. Dolayısıyla da bunlardan da siyasetimizin bir nebze de uzak durması gerekiyor. Elbette herkes fikrini, düşüncesini söyleyebilir ama dediğim gibi bu "Yargıya müdahale ediyor" algısı oluşturmamalı; aynı zamanda yargıyı zemmediyor, yargıyı itham ediyor, yargıyı peşinen suçluyor noktasına da getirilmemesi gerekir. Çünkü yargıçlarımız da insan, onlar da bir vicdan taşıyorlar. Onların bilgisine, tecrübesine, vicdanına da güvenmemiz gerekiyor.
TOPLUMU TEHDİT EDEN SUÇLARLA MÜCADELE
Kıymetli kardeşlerim, değerli dava arkadaşlarım, değerli vatandaşlarım... Yine Türkiye'nin gündemindeki önemli konulardan bir tanesi de yine yasa dışı bahis, uyuşturucu, fuhuş ve bunlara bağlı olarak gerçekleştirilen hukuki süreçler; yargılamalar, soruşturmalar ve yargılamalar. Bir kere şunu ifade etmek istiyorum ki yasa dışı bahis, uyuşturucu, fuhuş, zina... Bütün bunlar; ister sanal olsun ister direkt oynanan bahisler olsun, ister efendim yasal olsun ister yasa dışı olsun biz bir kere Büyük Birlik Partisi olarak burada da ilkeli bir duruşa sahibiz. Bunların hepsinin yasaklanmasını savunuyoruz; net. Bunların hepsi yasal hatta bazıları anayasal suç hâline getirilmelidir. Bize düşen, devleti yönetenlere düşen, toplumun önünde olanlara düşen toplumu korumaktır, milleti korumaktır. Yasa dışı ya da yasal bahis; ailelere zarar veriyor mu? Topluma zarar veriyor mu? Gençlerimize zarar veriyor mu? Ta beşli, yedili yaşlara inmiş mi bu süreçler? Uyuşturucu dâhil... O zaman bunların tamamı yasaklanacak ve bunlara çok ağır cezalar gelecek. Onun için biz bunların tamamının yasaklanması gerektiğini; Millî Piyango da dâhil, Spor Toto da dâhil, Spor Loto da dâhil tamamının yasaklanması gerektiğinin de çok açık ve net söylüyoruz. Birilerinin bunları söylemesi lazım. Büyük Birlik Partisi olarak hiçbir oy kaygısı gütmeden bunları açıkça ifade ediyoruz. Bunların hepsi yasaklansın kardeşim!
KUMARIN TOPLUMSAL VE EKONOMİK ZARARLARI
Bir başka husus, bu konularla ilgili şunu da ifade etmeyi istiyorum. Maalesef Türkiye'de kumar, özellikle kumar; insanlar ve toplumlar için ahlaka dair her değeri tahrip eden bir hastalıktır. Bunun vergilendirilmiş olması niteliğini ve verdiği zararları hiçbir şekilde değiştirmez. Bir problemi çözmek devleti yönetenlerin bu millete karşı sorumluluğudur. Bir de mali açıdan da baktığımızda, gelir gider tablosuna baktığımızda diyelim ki Türkiye bir yıl içinde bu şans oyunlarından, bahisten 150 milyar lira vergi alıyor. Yani maliyemiz kazanç elde ediyor. Aşağı yukarı 3 milyar avro. 3 milyar avro... Ama Türkiye'nin dışarıya giden parası bunun belki 10 katı, belki 20 katı. Onun için bunların hepsinin kökten çözülmesi ve bunlara erişimin engellenmesi gerekiyor. Çünkü bunlar artık cep telefonlarından yapılıyor bu işler.
ÇOCUK VE KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI İDAM TALEBİ
Kıymetli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım, değerli vatandaşlarım... Tabii en çok yüreğimizi yakan, sızlatan; maalesef ülkemizde yaşanan çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri, tecavüzler, bunların sonucu gerçekleşen ölümler... Bir de buna son yıllarda sokak çetelerinin işlediği cinayetler eklendi. İşte biraz önce ilk söylediğim örnek: Narin Güran kızımız, evladımız. İkinci söylediğim en somut örnek de Ahmet Minguzi cinayeti. Öncelikle bütün bu cinayetlerde hayatını kaybeden evlatlarımızı, kadınlarımızı, kızlarımızı rahmetle yâd ediyorum. O çocuklarımız, inanıyoruz ki zaten sorgusuz sualsiz cennete gittiler. Cenab-ı Hak inşallah anneler, babalar, kardeşler, gözü yaşlı... İnşallah o çocuklarımızı da onlara şefaatçi kılsın ki bu dünyada çektikleri acıların, gözyaşlarının karşılığını inşallah öbür dünyada alsınlar. Tabii biz lafı çok uzatmadan söyleyeceğim: Biz biliyorsunuz bu tür cinayetler için; özellikle kadınlara, kızlarımıza karşı tacizle başlayıp sonu ölümle biten cinayetler için idam cezasının geri getirilmesi gerektiğini hep istedik. Bunu sadece sözde bırakmadık. İki milyonun üzerinde imzamız Meclis Dilekçe Komisyonunda duruyor, 2011 yılında verilmiş. Yine o yıllarda gerçekleştirdiğimiz referandum sonuçları %97 çıktı; evet. Bu yine hem bizim arşivlerimizde hem basının arşivlerinde hem Meclise teslim edildi, duruyor. Ve en son 2018 Ekim'inde Mecliste verdiğimiz anayasa değişikliği teklifi de duruyor. Dolayısıyla biz bütün bunları söyledik. Bu suçların karşılığı müebbet hapis olamaz. Çünkü müebbet hapis demek, en fazla yirmi beş sene yatıp çıkıyor. Dolayısıyla o suçun karşılığı bu değil; o suçun karşılığı idamdır. İdam mutlaka ama mutlaka geri getirilmelidir bu tür suçlar için.
İNFAZ YASALARINDA TİTİZLİK VE DENETİM
İşte bu Yalova'daki terör saldırısı için mesela; onlardan biri ölmemiş olsaydı örneğin, onlar için ya da geçmişteki terör saldırıları için mutlaka bu idam cezasının geri getirilmesi lazım. Onun öncesinde tahliyesiz müebbet de getirilebilir. Ama şimdi müebbet hapis dediğinizde bu 20-25 yılda çıkıyor. İşte en son çıkanları gördük; çıkar çıkmaz geldi karısını öldürdü. Dolayısıyla da bu tür infaz yasalarında da çok titiz davranmak gerekiyor. Elbette bu tür düzenlemeler olabilir ama geneli kapsamamalı. Bir suç çeşitleri belirleniyor, orada bile tüm mahkûmları kapsamamalı. Mahkûmun işlediği suç, işleyiş biçimi ve mevcut psikolojik hâli değerlendirilerek bu infazların ve tahliyelerin gerçekleştirilmesi lazım. Diyelim A şahsı da bir suçtan girmiş, aynı suçtan B şahsı da girmiş. O suçla ilgili bir infaz geldiğinde hepsi çıkıyor. Öyle olmamalı. Durumuna bakılmalı; cezaevinin raporu alınmalı, doktorun raporu alınmalı, psikoloğun raporu alınmalı ve buna göre tahliyesine müsaade edilmelidir. Ama ne oluyor şimdi bizde? Topla bütün hangi suçlarla ilgili düzenleme gelmişse... Dün benim yanıma eski arkadaşlarımızdan birisi geldi. Sırf imzaya yarım saat geç gittiği için 20 ay yatıyor, 20 ay. Sırf bir imzaya yarım saat geç gitti diye... Bunu yirmi ay yatırıyorsunuz, infazını yakıyorsunuz; yarım saat geç gitti diye. Öbür tarafta on binlercesini salıyorsunuz. Dolayısıyla bu mahkûmların durumu tek tek değerlendirilerek bu tahliyelere karar verilmesi gerekiyor. Yoksa işte bu tür cinayetleri, çıkar çıkmaz işlenen suçları her infaz düzenlemesi ve her tahliye süreçleri sonrası görüyoruz.
SUÇ ÖRGÜTLERİNE KARŞI YENİ DÜZENLEMELER YAPILMALI
Ahmet Minguzi cinayeti ki ailesini de evinde ziyaret ettik, konuştuk. Camia olarak yanlarında olduğumuzu ifade ettik, avukatlarımızın emirlerinde olduklarını ifade ettik. Hakikaten de öyle. Burada da biz biliyorsunuz bir kanun teklifi verdik. O da neydi? Terör suçları ve organize suç örgütleri için on beş-on sekiz yaş aralığındaki suçlulara ceza indiriminin kaldırılmasını teklif ettik. Çünkü bu yaş aralığındaki gençlerimizi hem suç örgütleri, çeteler kullanıyor hem de terör örgütü kullanıyor, PKK kullanıyor. Onun için de ne yapıyor? PKK'nın partisi buna karşı çıkıyor. Yani bu tür suçlarda 15-18 yaş arası indirimlerin kalkması kanun teklifimize karşı çıkıyor. Neden? Çünkü PKK da bunları kullanıyor; tıpkı mafya gibi onlar da kullanıyor. İşte yaptığımız teklife onların itirazının sebebi bu. Bu konuda bizim artık gecikmeden, ivedilikle yeni yılın ilk aylarında bu düzenlemeyi yapmamız gerekiyor. Davayı ayrıca değerlendirecek olursak; 14 yaşında bir çocuk planlı olarak ve sebepsiz bir yere bir çete tarafından maalesef vahşice katledildi. Katledilen evladımızın ailesi dava süresince "dijital zorbalık" olarak tanımlanamayacak bir şekilde tehditlere maruz kaldı ve hâlâ tehditler devam ediyor. Aileye yönelik tehdit ve tacizler, on dört yaşındaki bir çocuğun mezarının tahrip edilmesine kadar vardı. Türkçede bu ölçüde bir kötülüğü tanımlayacak kelimelere sahip değil; bizim dilimiz bu kötülükleri tanımlayamıyor. Elbette katledilen evladımızın, evlatlarımızın ve onların ailelerinin yanındayız ve sonuna kadar da yanlarında olmaya devam edeceğiz.
ŞEHİT POLİS ŞEYDA YILMAZ
Kıymetli kardeşlerim, değerli basın mensupları... Yine aynı bu çetelerin işlediği ve hepimizin yüreğini yakan bir olay da biliyorsunuz İstanbul'da yaşandı. Polis kardeşimiz, evladımız, kızımız; Sivaslı şehit polis memuru Şeyda Yılmaz maalesef yine suç örgütleri ve sokak çeteleri tarafından şehit edildi. Onu da bu vesileyle bir kez daha rahmetle, minnetle ve şükranla yâd ediyorum. Mekânı cennet olsun; eşine, acılı eşine ve ailesine de bir kez daha başsağlığı ve sabır dileklerimizi iletiyoruz. Son cümle: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde söz konusu davada gördüğümüz, kamuoyunun yoğun tepkisine neden olan çete suçları, reşit sayılmayan suçlular ve dijital mecralar yoluyla tehdit konularında cezalar yeniden düzenlenmeli; masum insanların yasalardaki boşluklar ve yetersizliklerden dolayı mağduriyetleri mutlaka ama mutlaka engellenmelidir.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ
Kıymetli kardeşlerim, değerli basın mensupları, değerli vatandaşlarım... "Terörsüz Türkiye Süreci" diye başlayan, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen siyasi partilerin çoğunluğunun üyeleriyle çalışmalarını sürdüren bir süreç yaşanıyor. Biz başında nerede durduysak bugün de orada duruyoruz. 93'te kurulduğumuzda nerede duruyorsak bugün de orada duruyoruz. İlkeli duruşumuz her alanda olduğu gibi burada da devam ediyor. PKK silah bırakacakmış; şartsız, müzakeresiz, pazarlıksız... Çok güzel. Hepimiz bunu destekliyoruz, hepimiz bundan memnuniyet duyarız. Şartsız, pazarlıksız, müzakeresiz; efendim, Türkiye'de Türkçenin yanına ikinci bir dil talebinde bulunmadan, Türk kimliğiyle ilgili bir tartışma açmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığını kabullenerek, ay yıldızlı al bayrağımızın altında bir ve beraber yaşama iradesi ortaya koyarak hukuk ve demokrasi içerisinde birlikte yaşama... Zaten bin yıldır birlikte yaşıyoruz. Biz bundan keyif aldık ve keyif almaya devam ederiz.
PKK'NIN SİLAH BIRAKMADIĞI TÜM GERÇEKLİĞİYLE GÖRÜLDÜ
Ama geldiğimiz noktada durumun öyle olmadığını görüyoruz. Kazanın içine atılarak yakılan 25-30 eski silahtan başka bırakılan bir silah görmedik. PKK'nın belki 100 bin silahı var, binlerce roketatarı var, binlerce topu var. ABD'nin verdiği uçaksavarlar var; bize vermeyip PKK'ya verdiği, belki Stinger füzeleri var. CENTCOM'un elinde olan her şey PKK'nındır çünkü şu anda. Şu anda SDG diye etiketlemişler; PKK, sonra YPG diye etiket, sonra PYD etiketi, şu anda SDG. Ürün aynı ürün; sadece etiket değişiyor: PKK, YPG, PYD, SDG. Şimdi etiketin değişmesiyle ürün değişmiyor. Hıyar yine hıyar! Yani fark eden bir şey yok. Onun için biz başından itibaren bunların samimi olmadığını ifade ettik, bunların iradelerinin kendi ellerinde olmadığını ifade ettik.
BELEDİYELERİN TERÖR ODAĞI HALİNE GELMESİ
2025 yılının tamamında —bakın 2025'i değerlendiriyoruz, öncesini konuşmuyorum— tamamında PKK terör örgütünü ve PKK'nın yasaların boşluklarından yararlanarak PKK'nın hareket alanını genişletmek, Gazi Meclisi terör propagandası için kullanmak, belediyeleri PKK'ya mali destek sağlamak ve eleman kazandırmak için kullanmak, Türkiye'yi uluslararası alanda zor duruma düşürmek için kurdurduğu sözde siyasi partinin bölücü açıklamalarına şahit olduk. Hem de gittikçe dozu yükselen açıklamalarına şahit olduk. Çok şey söyleyebiliriz, çok şey ifade edebiliriz ama her şey açık ve net bir şekilde ortadadır. Yıl boyunca, bakın, siyasi partisi ne yaptı? "Türkiye Cumhuriyeti'ni yendikleri, masaya oturmak zorunda bıraktıkları, bir suç işlemedikleri dolayısıyla bir af talep etmedikleri, dört parçalı Kürdistan'ı kurmak için önemli bir adım attıkları" gibi ifadeler; kamuoyuna yansıyan Türk bayraklarını indirdikleri, İstiklal Marşı'nı protesto ettikleri görüntüler... Milletimizi; özellikle terör mağdurlarını, terörle mücadele eden güvenlik güçlerimizin mensuplarını ve terörün hedef aldığı bölgelerde yaşayan, hayatları boyunca devletine, milletine, bayrağına, İstiklal Marşı'na bağlı kalmış vatandaşlarımızı son derece rencide etmiştir.
ADIYAMAN KONGRESİNDE MİLLİ HİSLERE VURGU
Her hafta Anadolu'dayız, illerimizi geziyoruz il kongrelerimizin sebebiyle. İşte bu hafta sonu da Adıyaman'daydık. Tıklım tıklım bir salonda, büyük bir coşkuyla, yüksek bir katılımla bir kongre gerçekleştirdik, tarihi bir kurultay gerçekleştirdik ve oradaki vatandaşlarımızın aynen bizim gibi düşündüğünü gördük; PKK ve sempatizanları hariç. Onun için biz bu anlamda milletimizin hislerinin de tercümanıyız. Sahaya inen herkes bunu görecektir. Yıl boyunca PKK'nın taleplerini dile getirdiler. Kurulan komisyonun somut adımlara yoğunlaşmasını, yasal düzenlemelerin bir an önce yapılmasını, Türkiye'nin Suriye'ye askeri ve politik anlamda hiçbir müdahalesi olmamasını bir şart olarak; terörist başının ve cezaevlerindeki terör suçlularının tümünün serbest bırakılmasını istiyorlar. Aralık ayının başında yayımladıkları rapor ise kırk yılı aşkın süredir PKK'nın dile getirdiği yalanları, iftiraları, çarpıtmaları ve taleplerini dile getiriyor. Dediğim gibi, pek çok şey söyleyebiliriz; bunu zaten yazılı olarak da basınımızla paylaşacağız.
SURİYE'NİN KUZEYİNDE TERÖR DEVLETİ HAYALLERİ
Tabii en çok öne çıkarmaya çalıştıkları isim; terörist başı, İmralı canisi Öcalan. Müzakereci başı olarak gösteriyorlar. Bizde de şöyle yanlış bir kanaat var —bizde dediğim bizde yok da bizim dışımızdakilerde— o da nedir? Sanki terörist başı bir çağrısıyla bunlara silah bıraktıracak, kendini feshedecekler. Bunun böyle olmadığını gördük; geçmişte de gördük, bugün de görüyoruz. Ne silah bırakıldı ne fesholundu. Dün terörist başının da gerçek niyetini gördük, içindeki zehri akıttı. Ne dedi? Suriye'yle ilgili yaptığı açıklamada ne dedi? Suriye'nin toprak bütünlüğünden bahsetmedi; Suriye'nin birliğinden, beraberliğinden bahsetmedi; "Arap'ı, Kürt'ü, Türkmen'i; efendim Nusayri'si, Dürzi'si birlikte yaşasın" demedi tek bir bayrak altında. Ne dedi? Bütün farklı etnik kökenlerin, mezhebi anlayışların, inançların kendi belirlenmiş alanları içerisinde yaşaması gerektiğini ifade etti. Bir ademi merkeziyetçi bir politika ve görüş ortaya koydu. Ve Türkiye'nin de buna yardımcı olmasını istiyor. Yani Suriye'nin bölünmesine, orada Amerika-İsrail destekli bir terör devleti kurulmasına da Suriye —Türkiye— yardımcı olsun diyor. Şu hadsizliğe, şu şımarıklığa bir bakar mısınız? Onun için bu sürecin sonunda hayır olmadığını biz bir kere daha ifade edelim. Ve Suriye'de Türkiye gecikmeden müdahalesini yapmalı; gecikmeden ve asla ve kat'a Suriye'nin kuzeyinde bir terör devleti kurulmasına, bir alan açılmasına müsaade etmemelidir. Zaten bunu da yapmayacaktır. Hem Sayın Cumhurbaşkanımızın hem Hükümet Sözcüsü'nün, Parti Sözcüsü'nün —AK Parti Sözcüsü'nün— hem de Dışişleri Bakanımızın bu konudaki açıklamaları çok nettir, bizimle paraleldir.
KIBRIS TÜRK’ÜN VATANIDIR, KIYAMETE KADAR DA ÖYLE KALACAKTIR
Benzer durum Kıbrıs ve Doğu Akdeniz için de geçerli. Biraz önce Libya uçağı düşme meselesini de söyledim ama özel olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile şunu söylemek isterim: Orada da bu yıl içinde bir seçim yapıldı ve Cumhurbaşkanı biliyorsunuz değişti; Tufan Erhürman, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin yeni Cumhurbaşkanı oldu. Dolayısıyla biz orada da söyledik, burada da söylüyoruz; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yoluna şu anda kazandığı, elinde tuttuğu bu kazanımları kaybetmeden bağımsız bir Türk devleti olarak devam etmelidir. Adı da Kıbrıs Türk Devleti olmalıdır ya da Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olmalıdır. "Kuzey Kıbrıs" kısmını da kaldırmamız gerekiyor: Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Çünkü Kıbrıs yüzyıllarca Türk'ün vatanı olmuştur ve kıyamete kadar da Türk'ün vatanı olarak kalacaktır. Tabii burada özellikle ABD müsaadeli İsrail, Kıbrıs Rum kesimi ve Yunanistan iş birliğinin tamamen Türkiye'ye yönelik olduğunu da hiçbirimiz gözden kaçırmamalıyız. Ve yine burada İngiltere, Fransa gibi ülkelerin de yine Türkiye'nin tezlerinin yanında değil; ABD'nin, İsrail'in, Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum kesiminin tezlerinin yanında olduğunu da yine unutmamamız gerekir. Bizim Kıbrıs'ta varlığımız herkesi rahatsız ediyor çünkü onların planlarını bozuyoruz. Çünkü Kıbrıs'ı alan, elinde tutan Akdeniz'de, Doğu Akdeniz'de büyük bir avantaj elde ediyor her anlamda; hem enerji anlamında —enerjiye ulaşma anlamında— hem askeri anlamda hem de stratejik anlamda. Onun için Doğu Akdeniz'in ortasında bağımsız bir Türk devleti bulunması, bölgeyle ilgili plan yapan bölge dışındaki tüm aktörleri rahatsız etmektedir.
DOĞU AKDENİZ'DE TÜRK VARLIĞI
Kıbrıs; gelecekte Akdeniz'in bütününü içine alabilecek bir askeri hareketlilik durumunda güç kullanmak mecburiyetinde kalacak ülkelerin deniz, özellikle hava kuvvetleri için bölgedeki her noktaya müdahale edilebilecek önemli bir merkez durumdadır. Yine Kıbrıs'ın konumu; dünya deniz ticaretinin, özellikle ABD ve İsrail'in Uzak Doğu'da Çin'e alternatif olarak oluşturmaya çalıştıkları yeni üretim merkezlerini hayata geçirecek ticaret rotasının çok önemli parçalarından birini oluşturmaktadır. Biz bahsettiğim bu konuların hiçbiriyle ilgili evelallah bir endişe taşımıyoruz. Neden? Çünkü Türkiye güçlü bir devlettir ve kendi haklarını koruyacak gücü ve kudreti vardır. Biz birbiriyle bağlantılı her üç durumla ilgili, Doğu Akdeniz'i sadece kendi menfaatlerini gözeterek dizayn etmeye çalışanların Kıbrıs'taki Türk varlığını bir engel olarak görmeleri ve Kıbrıs'taki Türk varlığını bir şekilde etkisiz hâle getirme arzuları nedeniyle endişe duyuyoruz. Türk'ün olmadığı bir Kıbrıs... Bu mümkün olmuyorsa Kıbrıs'ı Türkiye'den koparma planları hayata geçirilmeye çalışılmaktadır; bu çok açıktır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne uygulanan izolasyon tamamen bununla ilgilidir. Ama biraz önce de söylediğim gibi Kıbrıs, yüzlerce yıldır Türklerin vatanı olmasının yanı sıra yönetim olarak da kısa kesintiler dışında 455 yıldır Türklerin toprağıdır ve Türkler tarafından yönetilmiştir. Kıbrıs Türklüğü, dünya Türklüğü'nün en önemli parçalarından birisidir. Türkiye, Kıbrıs Türklüğü'nün yok edilmesine asla canı ve kanı pahasına müsaade etmez.
FEDERASYON TARTIŞMALARI VE SOYKIRIM RİSKİ
Bugün köpürtülen federasyon tartışmalarına taraf olanlara da hatırlatıyoruz. Çünkü Kuzey Kıbrıs'ın, yani Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin içinde de böyle bir klik var, böyle bir siyasi parti var. Federasyon hâlindeyken 1974'teki Barış Harekâtı gerçekleşmeseydi Kıbrıs Türklerinin nasıl bir soykırıma maruz kalacağını, Mora'nın bir benzerini yaşayacaklarını hepimiz biliyoruz. Harekât; Kıbrıs'ta ilk hedefleri adadaki Türk varlığını yok etmek olan ve bu gerekçeyle darbe yapan bir yönetime karşı gerçekleştirilmiştir. Türkiye özellikle ekonomik olarak bu harekâtın bedelini de ağır bir şekilde ödemiştir, uzun yıllar süren ABD ambargosuyla. Türkiye'nin garantörlüğü, Kıbrıs'ta yaşayan kardeşlerimizin güvenliğinin teminatıdır. Seçilen yönetimin de bu gerçeklerin farkında olduğunu, Türkiye ile uyum içerisinde çalışacaklarına inanıyorum. Türkiye kadar Kıbrıs'ta yaşayan kardeşlerimiz de yaşananların farkında olmalı, kendilerine, kendi varlıklarına sahip çıkmalıdırlar.
GAZZE'DEKİ ONURLU DİRENİŞ
Değerli basın mensupları, kıymetli kardeşlerim... Birkaç cümlede terörist İsrail'in Gazze ve Filistin'in diğer bölgelerinde gerçekleştirdiği saldırılarla ilgili konuşmak istiyorum. Öncelikle bu saldırıları bir kez daha lanetliyoruz ve terörist İsrail'in saldırılarında hayatını kaybeden yüz binin üzerindeki kardeşimizi, çocuklarımızı, kadınlarımızı, yaşlılarımızı, sivillerimizi rahmetle, minnetle ve şükranla yâd ediyorum. Mekânları cennet olsun. Elbette ki bugün çekilen acıların bir mükafatı olacaktır. Fakat bakın size çok önemli bir şey söyleyeyim: 2 milyon 200 bin insan yaşıyordu 7 Ekim 2023'te. Yani İsrail saldırıları başladı, 8-9 Ekim'de başladı bir hafta sonra... Geçtiğimiz hafta Filistin'in yeni büyükelçisini ziyaretimizde dedik; "Şu anda Gazze'de kaç kişi kaldı?" Hepimiz şöyle düşünüyoruz: İsrail bu kadar her gün bombalıyor, 100 bin insan ölmüş; herhâlde çoğu gitmiştir diye düşünüyoruz canını kurtarmak için, çoluğunu çocuğunu... Verdiği rakam gerçekten Gazzelilerin ne kadar inançlı olduklarının, ne kadar kararlı olduklarının bir göstergesi: 2 milyon insan şu anda Gazze'de hâlâ. 100 bini ölmüş, ancak Gazze'yi terk eden 100 bin civarında insan. Yani 2 milyon insan evsiz barksız, susuz, yiyeceksiz, kan revan içerisinde orada topraklarını terk etmiyor ve orada yaşıyorlar. Bu ne büyük bir mücadele! Bu ne büyük bir azim ve kararlılık! İşte bu azim ve kararlılık, Gazze'yi Gazzelilerin elinden hiçbir gücün almasına Allah'ın izniyle müsaade etmeyecektir. Onun için biz de sonuna kadar bu mücadelenin yanındayız. Maalesef ülkemizde bu kadar katliamlar yaşanırken, on binlerce çocuk, kadın öldürülürken "Bize ne Gazze'den?" diyen, insanlıktan, onurundan nasibini almamış insanlık fukaralarını da gördük. Ama Büyük Birlik Partisi dediğim gibi; nerede mazlum varsa onun yanındayız, nerede zalim varsa —aynen terörde olduğu gibi inancına, etnik kökenine bakmadan— nerede de zalim varsa onun karşısındayız.
DEPREME VE SAVAŞA HAZIRLIK MİLLİ GÖREV
Tabii ülkemizin 2025 yılında yaşadığı depremler var; İstanbul ve Balıkesir Sındırgı depremleri. Tabii ülkemiz bir deprem kuşağı ülkesi, onun için en hazırlıklı olmamız gereken konuların başında deprem geliyor. Daha bundan üç yıl önce 2023 6 Şubat'ında 11 ilimiz yıkıldı, asrın felaketini yaşadık. Onun için hepimizin depreme hazırlık konusunda bilgili olmamız gerekiyor. Maalesef bu konuda yeteri kadar bilgiye sahip değiliz; değil, ülkemiz insanı değil. Bu artık ders olarak okutulmalı okullarımızda; ilkokuldan itibaren okutulmalı, her dönemde okutulmalı ve insanlar depremi yaşadıklarında ne yapacaklarını bir kere bilmeli. Bir: İki, evlerinde depreme hazırlık konusunda ne bulundurmaları gerektiğini bilecek ve bunları bulundurmalı. Maalesef bu konularda hâlâ eksiğiz. Vatandaşlarımızın kahir ekseriyeti, büyük çoğunluğu; okumuşu okumamışı, doğulusu batılısı, kadını erkeği, yaşlısı genci... Çoğunluğumuz deprem anında ne yapacağımızı bilmiyoruz ve evlerimizde depreme hazırlık konusunda gerekli alet edevat yok. Çoğunlukta yok. Bir kere ön hazırlık önemli. Bu kadar felaketi yaşamış bir ülkenin hâlâ deprem konusunda bu kadar duyarsız olması gerçekten anlaşılabilir bir şey değil, gerçekten anlaşılabilir bir şey değil. Onun için bizim bu konuda çocuklarımızı, gençlerimizi, hepimizi, herkesi eğitmemiz gerekiyor ve depreme karşı hazırlıklı olmamız gerekiyor. Tıpkı savaşa karşı hazırlıklı olmamız gerektiği gibi. Bizim şu anda ülke olarak; bir depreme karşı, iki savaşa karşı hazırlıklı olmamız lazım. Çünkü her an bir saldırıyla karşı karşıya kalabiliriz.
SAVUNMA SANAYİ VE GIDA ÜRETİMİNE DESTEK VERİLDİ
Onun için şu anda bütçeden ayırabildiğimiz kadar parayı savunma sanayisine ayırmalıyız. Çünkü eğer güvenliğiniz yoksa özgürlüğünüz yoktur; güvenliğiniz yoksa bağımsızlığınız yoktur, güvenliğiniz yoksa huzurunuz yoktur, güvenliğiniz yoksa refah yoktur. Bugün şikâyetçi olduğumuz ücretlere dahi erişemez, alım gücüne erişemez duruma geliriz. Suriye'de, Afganistan'da, Irak'ta yaşananlar ortadadır. Onun için bizim önce depreme, ülke olarak sonra savaşa hazırlıklı olmamız lazım. Gıda en önemli şey; gıda konusunda üretimimizi her alanda desteklemeli ve artırmalıyız. Bir de sağlık tabii ki... Onun için biz bu konularda çok hassasız, bunları ifade ediyoruz. Bu depremleri yaşamış vatandaşlarımıza da bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.
ORMAN YANGINLARIYLA MÜCADELEDE ÖNCELİKLER
Hayatını kaybeden —başta orman işçilerimiz hepimizin yüreğini yaktı— gittim tam o yandıkları bölgeyi ziyaret ettim, hâlâ araçları oradaydı. Bir secde... Secdeye durarak hepsi yanmışlar, vefat etmişler; ellerini açarak... Allah mekânlarını cennet etsin. Büyük bir fedakârlık, bir kahramanlık. Vatanı korumak için; vatan sadece cephede değil işte ormanları korumak da vatanı korumak. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine ve ülkemize başsağlığı niyaz ediyorum. Orman yangınlarımızda işte, en büyük... Her yıl yaşıyoruz yangınları. Devletimiz mücadele ediyor ama tabii Avrupa ve dünya ortalamalarına baktığımızda yine yangınlarda alt sıralardayız. Ama bu bile bizim canımızı yakıyor. İşte dediğim gibi; hem ciğerlerimiz yok oluyor hem insanlarımızı kaybediyoruz —biraz önce bahsettiğim işte orman işçilerimiz gibi— hem de ormanlarda yaşayan yüz binlerce, milyonlarca canlı hayatını kaybediyor. Bu mücadele, orman yangınlarıyla mücadele konusunda da daha hazırlıklı olmalıyız. Alet, edevat... Ya gerekiyorsa bir köprüyü yapmayalım; on tane daha uçak alalım, on tane daha helikopter alalım. Nasıl olsa var orada eski bir köprü, işi görüyor ya da tünel... Önce yangınla mücadele, önce depremle mücadele, önce savaşa hazırlık, savunma sanayisi... Bunları yapmalıyız.
2026 YILI İÇİN TÜRK DÜNYASINA UMUT MESAJLARI
Evet, böyle kısaca özetledikten sonra yeni yıl mesajımızla birlikte toplantımızı bitirmek istiyorum. Kıymetli vatandaşlarım; her yeni yıl insanlar için yeni umutları temsil etmektedir, yeni umutları içinde barındırmaktadır. Belki de yaşadığımız, şahit olduğumuz bizi üzen, acı çektiren, utandıran hadiseleri geride bırakmak; aydınlık ve güzel bir geleceğe adım atmak için takvimi kendimize vesile kılıyoruz. Yeni yılda binlerce, on binlerce çocuğun bombalarla yıkılan evlerin altında ezilerek ölmedikleri bir dünyada yaşamayı ümit ediyoruz. Sadece Müslüman oldukları için her türlü kötülüğe maruz kaldıkları hâlde sahip çıkılmayan; yurtlarından, ailelerinden, sağlıklarından, hayatlarından edilen; başlarını sokacak evlerinin olmaması, açlıktan hastalıkları, ölümleri umursanmayan insanların var olmadığı bir dünyada yaşamayı umut ediyoruz. Hukuku, insan haklarını, evrensel insani değerleri korumakla görevli, bu amaçla kurulmuş uluslararası kuruluşların; söz konusu Müslümanlar ve Türkler olduğunda cinayetleri, katliamları, soykırımları görmezden gelmediği bir dünyada yaşamak istiyoruz. Dünya üzerinde Müslümanların, Türklerin var olma, insanca yaşama mücadelelerinde el ele verebilmeleri iradelerini görmeyi çok arzuluyoruz. Güçlülerin; zayıfların kaynaklarını, topraklarını, hayatlarını, yurtlarını, geleceklerini çaldıkları yeni dünya düzeninin temelleri ve tüm tuğlalarıyla birlikte yerle bir olduğu; barışın, sevginin ve hoşgörünün hâkim olduğu bir dünyada yaşamayı ümit ediyoruz.
TOPLUMSAL AHLAK VE GÜVENLİK TEMEMNİLERİ
Kadın olmanın eksiklik sayılmadığı, kadınların sosyal hayatın bütününde güvenle var olabildikleri, kadına şiddet kavramının literatürden silindiği bir dünyada yaşamayı istiyoruz. Ahlakın sosyal hayatın temel direği olduğunun herkes tarafından layıkıyla anlaşıldığı; uyuşturucunun, bahsin, kumarın, fuhşun, sapkınlığın artık gündemimizin merkezinde yer almadığı bir dünyada yaşamak istiyoruz. Yeni yılda umutlarımızın büyük bir kısmı belki de gerçekleşmeyecek; karşı karşıya olduğumuz gerçeklerden biri de maalesef bu. Ama umut etmekten hiç vazgeçmedik ve hiç vazgeçmeyeceğiz çünkü talih gayrete aşıktır. Onun için gayretli olmaya, gayret etmeye devam edeceğiz. Bunu hiç unutmayacağız ve hayalini kurduğumuz dünyayı inşa etmek için mücadele etmekten de hiç vazgeçmeyeceğiz. Bunun için tüm gücümüzle çalışacak, tüm gücümüzle gayret göstereceğiz. Ülkemizin, Türk dünyasının, tüm Müslüman kardeşlerimizin ve tüm dünya mazlumlarının; insani değerleri önceleyen tüm insanların karşı karşıya olduğumuz zorlukları ancak birlik olarak aşabilecekleri düşüncesi ve aydınlık bir geleceğe adım atmamıza vesile olması umudu ve dileklerimle milletimizin yeni yılını, 2026 yılını tebrik ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle sizleri de bir kez daha sabrınızdan dolayı da, burada bulunduğunuzdan dolayı da, sosyal medya hesaplarınızdan ya da ekranlardan bizi takip ettiğiniz için de sizlere çok teşekkür ediyorum. 2026 yılında ülkemizin gelişmesi için, milletimizin huzuru için gayret eden herkese şahsım ve camiam adına şükranlarımı sunuyorum. Özelde partimiz için, hareketimiz için mücadele eden tüm dava arkadaşlarıma, tüm teşkilatlarıma, tüm kardeşlerimize; kadın kollarımıza, parti teşkilatlarımıza, ocak teşkilatlarımıza teşekkürlerimi sunuyorum, şükranlarımı sunuyorum. Tabii ki teşekkürün büyüğü büyük Türk milletinedir. Bu Türk milleti binlerce yıldır tarih sahnesinde adaletiyle hâkim olmuştur ve gittiği her yere huzur, güvenlik ve adalet getirmiştir. Dolayısıyla da bu büyük Türk milletinin bir evladı olmaktan, 2025 yılını da bu milletin bir evladı olarak yaşamış olmaktan, 2026 yılında ve kalan ömrümüzün geri kalan kısmını da yine Türk ve Türk milletinin bir ferdi olarak yaşayacak olmaktan da büyük bir gurur ve mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla, hürmetle selamlıyorum. Her hafta bizi yalnız bırakmayan, gittiğimiz her ilde ilçede de bizi takip eden siz kıymetli basın mensuplarımıza, arkadaşlarımıza da yine şükranlarımı sunuyorum. Sağ olun, var olun, Allah'a emanet olun.
Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici, Adıyaman Kongremizde hitap etti