HADİ ÖZIŞIK: Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Sayın Mustafa Destici konuğumuz, hoş geldiniz. Nasılsınız?
MUSTAFA DESTİCİ: Hoş bulduk, Hadi Bey. İl kongreleri sürecindeyiz. Pazar günde Mardin ilk kongremizi gerçekleştirdik. Ondan önce Balıkesir'deydik. Ondan önce Mersin'deydik. Ondan önce Kırşehir'deydik. Şimdi inşallah bu hafta sonu Rize'de olacağız. Daha sonra Denizli'de olacağız. Daha sonra Adıyaman'da olacağız. Diyarbakır böyle. Bütün illerimizi devam ediyoruz. Ege'ye gittim, Akdeniz'e gittik. Marmaray'a gittik, Karadeniz'e gittik, Samsun'a. İşte en son Mardin, Güneydoğu Anadolu'daydık. Yani her ay her bölgeye gidiyorum. İnşallah bu dönemde ilk kongrelerimizi tamamladıktan sonra da inşallah baharda da bir kurultayımızı gerçekleştiriyoruz. Sadece kongre salonunda konuşup çıkmıyorum. Vatandaşı ziyaret ediyorum, esnafı geziyorum.
-Mardin'de mi yaptınız bu önemli açıklamayı? ‘İşe alımlarda evli olanlara öncelik verilsin. Evlenmeyenleri işe almayacaksın. Çünkü bu millet bizim, bu milleti yaşatmamız lazım. Nüfus bir milletin en büyük zenginliğidir.’ Yani bunu biraz böyle sizinle detaylı bir şekilde konuşmak istiyorum. Dünkü ikinci bir açıklamanızda bir farkındalık yaratmak istediğinizi söylediniz. Ama anlaşılmadınız. Mesela gençler çok tepki gösterdi. Televizyonlarda tepkiler geldi. Bu konu masaya yatırıldı, konuşuldu. Benim de dün akşam konuk olduğum TV100'de de konuştuk. Niye böyle bir açıklama yaptınız?
-Öncelikle gündeme gelmiş olmasından, konuşulmuş olmasından, sizlerin programında, başka programlarda, haber kanallarında yer bulmasından ziyadesiyle memnun oldum. Olumlu tepkiler de var, olumsuz tepkiler de var. Beni çok telefonla arayıp da teşekkür eden de var. Ben irticalen konuşuyorum. Önceden metin hazırlanmış değil ama benim konuşma konularım arasında. Yani notlarım arasında. Şimdi konuşmanın bütünlüğünü dinlerseniz, bütünlüğünü baştan sonuna kadar orada benim ne yapmak istediğimi, hangi mesajı vermek istediğimi anlarız ama metni önünüze alır okursanız oradan başka bir anlam çıkar. Yani hani gençler evlenmeden işe alınmasın gibi bir anlam çıkar.
Bizim orada söylediğimiz şu: Biz bir kere bu konuyu Türkiye olarak en önemli gündem maddelerimiz arasına almalıyız ve bununla ilgili hem bunu konuşmalıyız, gündemde tutmalıyız hem de bununla ilgili hükümeti, devletin kurumlarını, sivil toplum örgütlerini sıkıştırmalıyız. Yani bir kamuoyu oluşturmalıyız. Neden? Hadi bey, devletler milletleriyle hayatta dururlar. Milletler de varlıklarını çoğunluklarıyla ortaya koyarlar, korurlar ve yürürler. Yani nesliniz azalırsa ve nesliniz tükenirse siz yok olmaya, millet olarak yok olmaya, devlet olarak da yıkılmaya mahkûmsunuz. Biz istiyoruz ki bu Müslüman Türk milleti Kürt'üyle, Türkmen'iyle, Arap'ıyla, Arnavut'uyla, Boşnak'ıyla bir bütün olsun ama aynı zamanda güçlü bir şekilde yani nüfusunu muhafaza ederek, artırarak yoluna devam etsin. Çünkü nüfusunuz azaldığı zaman siz var olamazsınız. Yani bu bir gerçek, bunu hepimiz kabul ediyoruz. Şimdi verilere baktığımız zaman, uluslararası verilere baktığımız zaman Türkiye nüfusu en az artan ve eksilen aslında ölümle birlikte kıyasladığınızda eksilen 5. ülke konumunda şu anda. Dünya ortalaması 2,1. Biz son 7 yılda bir buçağa düşmüşüz, Ve tepe taklak aşağı doğru gidiyoruz. Yani buna bizim dur dememiz lazım.

-Yani işe alımlarda gerçekten siz evli olmayan gençlerin işe almasını istemiyor musunuz?
-Hayır öyle bir şey olur mu? Mutlaka alınacak. Yani ehliyet, liyakat, bilgi bütün bunlar önemli. Ama biz şunu ifade ediyoruz, evliliği teşvik etmek için, özendirmek için nasıl ki mesela şehit ailelerle ilgili bir kontenjan veriliyor. Evli olanlar için de bir kontenjan verilebilir. Ya da efendim eşitler arasında evli olanlar tercih edilebilir. Tabii bütün bunlar da mesleki yeterliliğe göre, ihtiyaca göre bütün bunlar ayarlanabilir. Ama tabii ki bizim evliliği teşvik etmemiz gerekiyor. Bir farkındalık ortaya koymak istedim. Ben şöyle söyleseydim: ‘Nüfusumuz artırmalıyız. Gençlerimize öğüt veriyorum, genç yaşta evlenin geç kalmayın, çocuk sahibi olun. Mümkünse 3 çocuk sahibi olun’ deseydim Siz bunu konuşur muydunuz? Türkiye bunu gündemine alır mıydı? Burada mesela daha doğru bir başlık atılmış. ‘İşe alırken evlilere öncelik verilsin.’
-‘Evli olmayan çocuklara, gençlere iş verilmesin’ demiyorsunuz. ‘Öncelik evliliği olan gençlere verilsin’ diyorsunuz. Şimdi baya konuşmuşsunuz bu mevzuları. Yani siz bunu bilinçli bir şekilde mi yaptınız?
-Tabii, Türkiye'nin gündemine gelsin, bu konu konuşulsun ve herkesin gündemi olsun. Yoksa gençlerimiz, evli olmayan gençler işe alınmasın gibi bir şey gerçek olabilir mi? Bu zaten olması mümkün değil. Yasaya da aykırı, anayasaya da aykırı. Ben bunları bilen birisiyim. Ben burada bir farkındalık oluşturmak istedim ve bu konu Türkiye'nin gündemine gelsin ve konuşulsun istedim. Yani televizyonlarda izliyoruz. Allah aşkına yani saatlerce Amerika konuşuluyor. Trump'ın bütün görüşmeleri canlı yayınlanıyor. Başka gündem maddeleri konuşuluyor. Ya bu niye konuşulmuyor ya? Biz bitiyoruz. Hadi Bey, ben içi dışı bir olan bir adamım. Yani içimdekini, inandığımı söylüyorum. Bir hesap gütmüyorum, hesap gütsem zaten bunları konuşmam. Ben samimi bir şekilde içimdekini konuşuyorum ve dediğim gibi kongre konuşmalarım benim çoğu konuşmam hemen hemen tamamı irticalen yaptığım konuşmalar. Sadece önüme şöyle bir kâğıt alıyorum, konu başlıklarını buraya yazıyorum. Bugün ne konuşacağım, bunları buraya yazıyorum. Ondan sonra bir saat ben irticalen konuşuyorum.
- Konuşma metni hazırlanmıyor musunuz?
- Konuşma metnim yok benim. Ben sadece konu başlıklarını alıyorum. Konu başlıklarını alıyorum ve konuşuyorum.
-Danışmanlar mesela bu konuşmaları hazırlamıyorlar mı efendim? Onlar mı veriyorlar, siz kendiniz mi çalışıyorsunuz?
-Şimdi şöyle, diyelim haftalık olağan basın toplantısı yapıyoruz her çarşamba. Oraya hazırlıyorlar, oraya hazırlanıyoruz ama ben şimdi illere gidiyorum. Kongrelerde konuşuyorum. Tamamen kendi gündemim ve iltica ile konuşmam. Sokakta gördüklerimizi anlatıyorum. Bana taşınanları anlatıyorum. Türkiye'nin gündemini anlatıyorum. Mesela Mardin'de ne konuştum ben? Mardin'de bir, Mardin'in bir kültür şehri olduğunu, kadim bir şehir olduğunu, bir medeniyetler şehri olduğunu, farklı etnik kökenlerin, farklı dini inançların bir arada 14 asırdır bir arada yaşadığını yani 640'da fethedilmiş İslam orduları tarafından Mardin, Oradan bugüne 14 asır olmuş. Yani neredeyse İslam'la aynı yaşıt. 1400 sene olmuş yani. 1385 sene olmuş. Şimdi bütün burada bunu görüyorsunuz. Bununla giriş yapıyoruz. Daha sonra tabii ki bölge halkı, Terörsüz Türkiye'yi orada es geçecek değilim. Tabii ki konuşuyorum. Orada bir olmamız gerektiğini, beraber olmamız gerektiğini ancak birlikte olursak bu coğrafyada Müslümanlar olarak özellikle Arap’ıyla, Kürt’üyle, Türkmen’iyle mutlu müreffeh bir hayat yaşayacağımızı...
-ChatGPT’ye sordum: Mustafa Destici ne demek istedi? Şaşıracaksınız. Desteci evlilik ve aile kurumunun desteklenmesi gerektiğini vurguluyor bu açıklamasında. Evlilik yardımının en az iki kat arttırılması gerektiğini söylüyor. Evlenecek genç çiftlere devlet teşviki öneriyor. İlk alacakları arabadan ÖTV ve KDV muafiyeti ayrıca iki yıl boyunca KDV ve amaç Türkiye'de düşen evlilik ve doğum oranlarına yani nüfus planlamasına problemine dikkat çekiyor. Evliliği ve çocuklu aileleri desteklemek fikrini ortaya attığında asıl amacın teşvik olduğunu belirtiyor diyor ChatGPT.
-Ne güzel tanımlamış değil mi?
-ChatGPT bile sizi anlamış.
-İyi niyetli olanlar böyle yorumluyor. İşin doğrusu bu. Bak şöyle Hadi Bey. Mesela ben orada bir şey daha söyledim. Dedim ki: Şu cümleyi de söyleyeyim.
-Burada sanki ChatGPT size torpil yapıyor Başkanım.
- Vallahi ben ilk defa sizden duydum.
-Vallahi sabahleyin sordum.
-Siz hazırlıklı gelmişsiniz.
-Bu arada Mardin dediniz. Bir arkadaşımız, danışmanlarımızdan bir kardeşimiz bana çok yani manidar, çok böyle yıkıcı bir ifade kullandı. Dedi ki, Genel Başkan (Mustafa Destici) Mardin'e gittiğinde insanlar sel oldu, bizi karşıladı ama yani başkanın alnına öpücük konduracak çocuk bulamadık biz orada, o kalabalığın içerisinde. Çok çocuk yoktu, dedi.
-Evet çocuk azalmış. O da benim dikkatimi çekti. Mesela çarşıda geziyorsunuz. Eskiden biz gittiğimizde çocuk daha fazlaydı. Mesela Diyarbakır'a gittiğinizde görüyorsunuz. Nüfusta bir azalma var. O bölgede de var. Ben hatta şöyle söyledim. Eskiden dedim biz hani bu nüfus artışı için, doğurganlığın artması için Doğu ve Güneydoğu'yu örnek gösteriyorduk. Sizi örnek gösteriyorduk. Siz de şimdi örnek gösterilmekten çıkmışsınız dedim. Eskiden diyorduk ki ‘ya bak doğudakiler nasıl fazla çocuk sahibi oluyor.’ Efendim onlar illa gelirin yüksek olması lazım, bir de gelirler de bu direk orantılı değil. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki tam tersine, Türkiye'de şu anda gelir yükseldikçe, sekülerleşme arttıkça hem evlilik azalıyor hem de evlenen çiftlerde de çocuk sayısı biri geçmiyor. Yani ortalaması bir. Bazısında yok, bazısında en fazla iki. Ortalaması ancak bire denk geliyor. Yani bu işin hani ben evlenirim, çocuk olur, çocuğu geçindiremem. Bu bence çok gerçekçi bir rakam değil. Tabii ki mutlaka bunun da nedenleri vardır. Buna da itiraz etmiyorum. Her aile için bu böyle değildir demiyorum. Ama azalmamızın, yani nüfusumuzun azalmasının, çocuk sayısının azalmasının tek sebebini ekonomiye bağlamak da doğru değil. Biz 10 kardeştik. Bir erkek kardeşimiz küçükken vefat etmiş, 6 aylık ağabeyimiz. Bir ablamızı da 10 sene önce kaybettik. Onun da bir kızı var, onu da onun yerine koyduk. Yine biz 7 erkek, 2 kız yolumuza devam ediyoruz. Biz de öyle evet belki o orta gelirli bir aileydik ama yani öyle zengin falan da değildik. Nasıl bizi geçindirdi? Babam bir taraftan tek maaş, bir taraftan çiftçilik yaparak, ustalık yaparak hepimizi okuttu, hepimizi geçindirdi.
-Vallahi aynı şeyi ben de yaşadım.
-Tabii aynı şeyi siz de yaşamışsınızdır.
-Babam devlet memuruydu. Biz yedi kardeştik. Ve babam tek başına tek maaşla hepimizi geçindirdi ve okuttu.
-Dolayısıyla şu anda bence insanlar yani maalesef bencillik üst noktaya taşınmaya başladı. Ferdiyetçilik ön plana çıktı. Yani toplumculuktan ferdiyetçiliğe doğru bir giriş var. Hâlbuki bizi biz yapan, yani hem devletimizi büyük yapan, var eden, hem milletimizi büyük yapan aslında toplumculuğa sarılmak. Yani birimiz, hepimiz, hepimiz birimiz için anlayışı. Şimdi bir ferdiyetçiliğe doğru, yani bana dokunmayan yılan bin yaşasın. Bana bir şey olmuyorsa gerisi beni ilgilendirmiyor. Ben kendi hayatıma bakarım, anlayışı bizi bu noktaya götürüyor. Ben mutlaka Nurettin Topçu'yu bir kere daha gençlerimizin gerçekten okuması gerektiğini ifade ediyorum bu anlamda.
-Şimdi başkanım, Terörsüz Türkiye mevzunu konuşmak istiyorum. Sayın Devlet Bahçeli bugün çok önemli açıklama yapmış, Türklüğün gazetesine. Ok yaydan çıkmıştır, diyor. Terörsüz Türkiye hedefinin Cumhuriyet tarihinin en müessir adımı ve atılımı olduğunu belirtiyor. Terörsüz Türkiye millî ve tarihî bir hedeftir. Hedefle ilgili taviz, tehir veya en küçük tereddüt asla söz konusu değildir. Ok yaydan çıkmıştır, gemiler yakılmıştır. Kararlılığımız aşılmaz ve tartışılmaz düzeydedir, diyor. Ne diyorsunuz?
-Şimdi bu süreç başladığında ben şunu ifade ettim. Dedim ki; ben devletimizden ya da Cumhur İttifakı ortaklarımızdan şüphe duymuyorum. Abdestlerinden şüphem yok. İyi niyetlerinden şüphem yok. İyi niyetli olduklarına inanıyorum ama ben karşımızdakilere güvenmiyorum. Şimdi bu il kongreleri vesilesiyle yaptığım il ziyaretlerimizde, yurt ziyaretlerimizde, ister Karadeniz olsun, en son Mardin'deydik. Ondan sonra Ege'ye de gidiyoruz, Akdeniz'e de her bölgeye gidiyoruz. Özellikle Güneydoğu, Anadolu bölgesine gittiğimde, daha önce de Şırnak'a gittim. Orada bir belediyemiz de var bizim, Konak Belediyesi. İşte Hakkâri'yle görüşüyoruz, Yüksekova'yla görüşüyoruz. Yani bölgenin tamamıyla görüşüyoruz. Geçen haftada Güneydoğu, biz her hafta sonu Parti Genel Merkezimizde bir bölge eğitim toplantısı gerçekleştiriyoruz. Bu son toplantıyı da bu hafta sonu Marmara ile yapacağız. Cumartesileri bu toplantıları yapıyoruz. Pazar il kongrelerine gidiyoruz. Şimdi geçtiğimiz haftada Güney Doğu Anadolu Bölge Toplantımızı yaptık. Yani oradaki il ve ilçe teşkilatlarımızda -ki orada bizim eksik il teşkilatımız yok, hemen hemen eksik ilçe teşkilatımız yok. Yani tamız orada biz.- hemen hemen her ilde zaten varız. Ama büyük ilçeler başta olmak üzere hemen hemen bütün ilçelerde de teşkilatımız yani parti binamız olmayan illerde de ilçe temsilcilerimiz var. Şimdi onlarla da yaptığımız toplantıda benim bu söylediklerimin tam da karşılık bulduğunu gördüm. Yani onlar da güvenmiyor. Yani PKK'ya ve PKK'nın üst düzey yöneticilerine güvenilmiyor. Ve bunların samimi olmadığı söyleniyor. Tam da bizim dediğimiz gibi yani bunların kendi iradeleri yok. Amerika'nın, emperyalistler tasmalarını takmışlar bunların boynuna. İpleri onların ellerinde, istedikleri tarafa çekiyorlar. Şimdi en son hani bizim doğru bulmadığımız bu konuda açıklamada yaptım ben. İmralı ziyaretinden sonra da HDP-DEM Parti'nin Eş Genel Grup Başkanvekili içeride konuşulanlarla ilgili bir takım açıklamalar yaptı. Ben bak oraya gidilmesini doğru bulmamış birisi olarak söylüyorum. Yani bunlar şeye de uymuyorlar. Yani meclisteki komisyon bir karar almış, gizlilik kararı almış. Gizlilik kararına uymuyorlar. Neden? Çünkü kendi emelleri doğrultusunda gidiyorlar. İkincisi de şu olabilir, kuvvetle muhtemel bu olabilir. Birileri bunları konuşun, ifşa edin ve süreci baltalayla demiş olabilir.

-Devlet Bahçeli de tam ona dikkat çekiyor. Bugün konuşmasında diyor ki provokasyon peşinde olanların heveslerinin kursaklarında kalacağını söylüyor. Bu yüksek seviyeyi heba ve heder etmeye kimsenin hakkı yoktur. Aksi istikamette tavır ve tutumları millete ve devlete yönelik karşı direniş olarak yorumlamak kaçınmazdır. Tarihi bir fırsat yaşıyor önümüzde de. Sizin söylediğiniz şey. Bu özellikle İmralı ziyareti sırasında konuşulanlar da Türkiye'de tartışıldı.Tabii. Sayın Bahçeli ona da cevap veriyor da o ayrı bir mevzu. Ama şöyle bir şey var, buradaki sizin güvenmediğiniz PKK yöneticileri İmralı'daki lider kadrosu falan bunlardan bahsediyorsunuz.
- Evet.
-Ama burada muhatap alınan, muhatap alınmak istenen daha doğrusu Abdullah Öcalan. Ona karşı da bir tutum var, bu İmralı, Kandil'deki bazı lider kadrolarının.
-Şimdi Abdullah Öcalan'ı da ben tabii samimi bulmam. Bu başka bir mesele ama ona karşı bir tavır oldu. Doğrudur, net gözüküyor. Zaten onun sözünün terör örgütünün tamamı üzerinde mutlak bir geçerli olduğu da, daha doğrusu olmadığı da ortaya çıktı. Nerede ortaya çıktı? Şimdi önce ne dendi? Pazarlıksız, şartsız, müzakeresiz, silah bırakılacak, kendilerini feshedilecek. Ve PKK tüm unsurlarıyla bunu yapacak. Sadece Türkiye'de faaliyet gösteren PKK ya da onun uzantıları değil. Irak'taki, Kandil'deki, Mahmur'daki, Sincar'daki ve Suriye'nin kuzeyindeki de Suriye merkezi hükümetine entegre olacak. Bu söylendi. Şimdi baktığımız zaman bunlar gerçekleşti mi? Sembolik olarak bir silah yakılma ve 3-5 çapulcunun Türkiye'den çıkıyormuş gibi bir görüntüsü dışında bir sonuç yok ki. Daha iki gün önce yine Kandil'de üst düzey terörist başlarından birisini yaptığı açıklamada diyor ki terörist başı bırakılmadan bir adım atmayacağız. O silah yapmalar falan sembolikti, diyor. Yani bunu kendileri ifade ediyorlar, kendileri söylüyorlar. Irak'taki bütün yapılar duruyor. Yani bütün yapılar duruyor. Suriye'nin kuzeyindeki YPG isim değiştirmiş. Burada da biliyorsunuz sık sık parti isimleri değişiyor. En rahat yaptıkları şey bu. Amerika'nın da önerisiyle biliyorsunuz. Ve SDG ismiyle devam ediyorlar ve bir türlü entegre olmuyorlar. Ama şu anda entegre olma şartlarına baktığınız zaman ben bunu hem sahadan bilgi alan danışmanlarımla hem sahadaki Türkmen kardeşlerimiz başta olmak üzere diğer Arap kökenli unsurlardan aldığım bilgiler ve devlet bürokrasisi ile de yaptığım görüşmelerde elde ettiğim bilgiler ki Sayın Dışişleri Bakanımız mesela Amerika'daki görüşmede de buraya şerhini koydu, itirazını koydu. Şu anda Amerika'nın SDG ile Şara hükümetini uzlaştırmaya çalıştığı metne Türkiye evet demedi. Haklı olarak evet demedi. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri SDG'yi Suriye merkezi hükümetinde özellikle askerî güç olarak nerede konumlandırmak istiyor? Kendi bölgesinde konumlandırmak istiyor. Evet Suriye'nin içinde Suriye ordusu içinde bir güç ama kendi silahlarıyla, kendi komutanlarıyla, hatta şu omuzlarında bir tarafında Suriye amblemi bir tarafta SDG amblemiyle orada var olmak istiyor. Türkiye buna evet demedi. Haklı olarak Dışişleri Bakanımız buna bir şerh koydu takdir ediyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin politikasıdır bu. Sayın Cumhurbaşkanımızın da düşünceleri böyledir. Dolayısıyla orada bu şekilde yapılacak bir entegrasyon da zaten bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir.
-Ama bu İmralı'ya gitme mevzuunda zaten Sayın Devlet Bahçeli'nin şu ifadesi var, muhatabından birinci ağızdan Bu, SDG'de, Suriye'deki yapılanmaydı vs. Bütün örgütlerin lav edilmesi, silah bırakması konusunda birinci ağızdan bilgi alması yönündeydi. Yani o İmralı'ya gitme ziyareti konusundaki ısrarın sebebi buydu. Netice itibariyle daha henüz açıklanmadı ama bu Koçiğit miydi?
-Evet, Gülistan Koçiğit.
-Gülistan Koçiğit zaten bu konuda bir ipucu verdi yani. SDG'yi de kast ediyor. SDG'nin de entegre olması yönünde.
-Ama onların entegrasyonu benim dediğim şekilde. Bu Türkiye'nin kabul edebileceği bir şey değil Hadi Bey. Bu bizim için daha büyük bir tehlike. Daha büyük bir tehdit. Meşrulaşacak. Güçlenecek.
-Suriye ordusu içinde mi güçlenecek diyorsunuz? Ne olması lazım?
-O pozisyon nedir biliyor musunuz? Bir açıklamayla ayrılır Suriye merkezi ordusundan. Çünkü Amerika orada durduğu sürece CENTCOM onlara kol kanat geldiği sürece o tam entegrasyon sayılmaz. Tam entegrasyon sayılması için iki omuzlarında ayrı ordunun sembolü olmayacak. Tek ordunun sembolü olacak. Sadece o bölgede görev yapmayacaklar.

-Olmayacağına dair bir açıklama var mı? Bilmediğim için soruyorum.
-Yok şu anda onu kabul etmiyor SDG. Biz diyor kendi kimliğimizle burada yer alırız, diyor. Kendi kimliğimizle burada yer alırız diyor. Ve bölgemizden çıkmayız diyor. Bir başka bölgeye gitmeyiz diyor. Bakın Suriye Milli Ordusu nerede şu anda? Milli Suriye Ordusu, Özgür Suriye Ordusu. Tamamen entegre oldu. Tabii tamamen yani Türkler, Türkmenler, Araplar yani Türkiye ile birlikte hareket eden. Tamamen entegre oldu. Bunlar o yola yanaşmıyorlar. Bunlar diyor ki biz bölgemizde dururuz, bölgemizi koruruz, bu bölgeyi yine biz yönetiriz. Yani Irak'taki bölgesel yönetim gibi bir bölge istiyorlar. Bir bölge yönetimi istiyorlar. Bu çok açık ve net. Bakın benim bir endişem de şu, bir korkum da şu: Devletler sadece bugüne göre plan yapmazlar, proje yapmazlar. Onlarca 20-30 yılı görerek plan yaparlar. Şimdi Irak’ın kuzeyi, tamam. Bölgesel bir yönetim var. Şimdi Suriye'nin kuzeyini çözdükleri zaman bugün Türkiye ile güya anlaştık ya da efendim işte silah bırakıyoruz kendimizi feshedeceğiz diyenler, yarın Suriye'de de işi garanti altına aldıktan sonra, tahkim altına aldıktan sonra yani Türkiye'den vaz mı geçtiklerini düşünüyoruz? Bölge insanına soruyorum. Yani kendim cevap vermiyorum buna. Bölge insanına soruyorum diyorum ki: Bunların tavrında, konuşmasında, düşüncesinde en ufak bir değişiklik var mı, diyorum. DEM’lilerin. Ziyaret ettiğim devlet bürokrasisine soruyorum. Asgari, sivil bürokrasiye soruyorum. Zerre kadar yok, diyorlar. Zerre geri adım atma yok, diyorlar. Yani dolayısıyla da ben işte onun için bunlara güvenmiyorum. Bunlar samimi değil. Bunlar siyasi bölücülüğe devam ediyorlar.
-Yani sizin mesajınız İmralı'ya gitmeye karşı olmanız, Devlet Bahçeli'ye yönelik bir şey değildi. Denildi ki Cumhur İttifakı'nda çatlak.
-Bir takım muhalif diye nitelendirilen medyanın yaptığı kendi kafasınca kurnazlık, yani şeytanlık. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir şey olmaz. Bakın ne genel başkan yardımcılığım döneminde -ki bunu en iyi MHP'li arkadaşlar bilir, ülküdaşlarımız bilir- ne ondan önceki dönemde hatta ta 78'den beri ben Ülkü Ocakları, ben 78'de girdim, 14 yaşımda girdim lisede, Ankara merkezi İmam Hatip’teki Ülkü Ocaklarına. Rahmetli Bahattin Ergezer Ülkü Ocakları genel başkanıydı, aynı zamanda bizim felsefe öğretmenimizdi. Dolayısıyla da orada Şeker Öğrenci Yurdu'nda seminerlerle başladı bizim ülkücü yürüyüşümüz. Rahmetli Muhsin Başkan'la da orada tanıştık. O Ülkü Ocakları genel başkanlığını bırakmıştı. Eğitimci kadrosundaydı. Rahmetli Türkeş'in de eğitim müşaviriydi. Bize seminere geliyordu. Orada tanıştık. O günden bugüne ben Ankara'dayım. Ve bütün ülkücüler beni tanır. Türk milliyetçileri beni tanır. Yani dolayısıyla da ben zaten o konularda insanın kendisini anlatması zordur ama ben hoşgörü sahibi, ilim sahibi bir adamım. Dolayısıyla da nezaketi, zarafeti bilen birisiyim. Dolayısıyla da bütün bu süreç içerisinde ben bu konularda çok hassas davranmışımdır ve hala hassas davranıyorum. Ama bu şu demek değildir. Elbette ki herkes nasıl kendi fikrini, kendi düşüncesini söylüyorsa benim de partimin de kendine has bir düşüncesi vardı. Büyük Birlik Partisi niye ayrı siyasi parti? Bizim bir ilkesel duruşumuz var. Biz rahmetli Muhsin Başkandan beri, o da 2007-2008'de dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün çağrısıyla bir açılım süreci başlamıştı biliyorsunuz o zaman. O zaman şimdi bu HDP'ydi o zaman yanlış hatırlamıyorsam. Bunlar otobüslerle İmralı'yı ziyarete gidiyorlardı. Hatırlarsanız Bilecik-Bozyük'te bunların otobüsleri durduruldu. Halk haklı olarak tepki gösterdi. Terör örgütünü, liderini ziyaret edemezsiniz, diye. Devlet, polis de buna müdahale etti. O zaman rahmetli Muhsin Başkan şöyle bir açıklama yaptı, mekânı cennet olsun: ‘Devlet gereğini yapmazsa millet ilhakı hak yapar’ dedi. Tamam mı? Yani kendine görev üstlenir ve millet gereğini yapar, dedi. Bugün bana bu konuda bir takım efendim işte ithamda bulunanlar, daha fazlasını o gün Muhsin Başkan'a söylediler ve bugün en büyük gazetelerden bir tanesi şöyle bir manşet attı. Tam sayfa, manşet. Ne diyor bu adam?
- Muhsin Başkan'ın ifadesi?
- Tabii. Ne diyor bu adam? Provoke ediyor diye. Tamam mı? Yani bugün hepimizin işte bu tarafta diye saydığı bir gazete. Baş gazete. Tamam mı yani?
-Eskiden bu taraftaydı, şimdi bu tarafta. Öyle mi? Eskiden yönü değişik bir yöndeydi, şimdi daha farklı.
-Tabii şimdi. Ama şimdi ben bunu nerede yaşadım benzer bir şeyi? Şurada yaşadım. 2014 yılıydı galiba. Bu Ayn al-Arab yani birilerinin Kobani dediği yer DEAŞ tarafından kuşatıldığında saldırıya uğradığında ondan önce ben yine Suriye'den, o bölgeden Türkmen kardeşlerimizle bölge insanıyla -ki orada benim Arap aşiretleri de var görüşme halinde olduğumuz- yaptığımız görüşmede oraya geldiler biz yine orada Antep ya da Maraş'ta bir il kongresindeydik. Bana bir harita getirdiler. Yeşil bir harita. Dediler ki başkanım, durum burada çok kötü. Amerika, CENTCOM. Mesela bu CENTCOM'u ben ifade ettim Türkiye'ye ilk. En çok biz kullanıyorduk. Millet bilmiyordu. Millet Amerika diye biliyor. Orada Amerika'nın özel kuvvetleri var. CENTCOM ve bu CENTCOM sadece askerî bir güç değil. Bu CENTCOM'un içinde psikologlar var, sosyologlar var, fikir adamları var. Dolayısıyla da coğrafyacılar var, haritacılar var. Tam bir parçala-böl-yönet kuruluşu yani CENTCOM. Eğit-donat kuruluşu. Şimdi orada bir harita getirdiler bana. Dediler ki, burada Amerikan desteğinde PKK 5 kanton kuruyor. Afrin'de, Kamışlı'da, Kobani'de, Haseke'de burada 5 kanton kuruyor. Burada 8-10 bin kapasiteli bu kantonlar silahlı birlikler oluşturacaklar. Dolayısıyla Türkiye buna derhal müdahale etmesi lazım. Yoksa ileride başına çok işler açar dediler. Ben de geldim, birkaç yerle görüştüm o zaman. Bu dediğim 2013-2014'lü yıllar. Baktım ki çok karşılık bulmuyor. Onun üzerine bir basın toplantısı düzenledim. Ve canlı yayında bu haritayı göstererek bunu söyledim. Onun üzerine aynı gazete aynı başlığı attı. ‘Ne diyor bu adam? Provokasyon yapıyor.’ O zaman da çözüm süreci var. Aynı başlığı attı. Neticede ne oldu? Ama onun üzerine Devletimizin üst düzey bir kurumu beni davet etti. Ve farklı devlet kurumlarından da yetkililerin olduğu bir toplantı yaptık. Ve ben bu bilgiyi kendilerine anlattım. Dediler, ‘gelir bize bununla ilgili bir bilgilendirme yapar mısınız?’ Gittim. Haritayı da götürdüm. Ondan sonra anlattım kendilerine. ‘Bu harita bizde kalabilir mi?’ dediler. Kalabilir, dedim. ‘Ben görevimi yaptım devletime karşı. Artık sorumluluk sizde.’ dedim. Çünkü dolayısıyla biz bu konularda devleti önceleriz. Ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini, kardeşliğini önceleriz. Ama bunu yaparken de bizim hasmımız kimdir? Devlet düşmanlarıdır, millet düşmanlarıdır, bölücülerdir, teröristlerdir. Onun dışında ikilerle bizim hele ki aynı efendim işte tastan çorba içmişiz. Aynı çileleri çekmişiz. Aynı davaya başkoymuşuz. Olabilir mi efendim yani öyle bir şey, olmaz. Dolayısıyla öyle bir şey olmazsa ben buna müsaade etmem. Yani buna müsaade etmem. Bugüne kadar da müsaade etmedim. Ama tabii bu şu demek değil: Biz çok net bir şekilde kendi görüşlerimizi, kendi ifadelerimizi söyleriz. Kendi düşüncelerimizi söyleriz. Siyasi eleştirilerimizi yaparız, siyasi düşüncelerimizi söyleriz. Herkesten de bizim sözümüze karşı siyasi bir sözü varsa söylemesini bekleriz. Yani bunu bekleriz. Ama bir kere de burada şunu söyleyeyim. Bakın, teröre ve şiddete bulaşmadan herkes kendi düşüncesini ve taleplerini de söyleyebilir. Yani ben dil konusunda şunu istiyorum, diyebilir. Ben yönetim sistem konusunda şunu istiyorum, diyebilir. Ben anayasada şu değişiklikleri istiyorum, diyebilir. Bunlar gayet doğaldır, demokratik sistem içerisinde.
-En ufak bir talepte bulunursa kıyamet kopuyor. Türkiye'de böyle bir kültür yok ki.
-Bizim inancımızın da kültürümüzün de gereği bu. Niye meşverep var bizde?
-Mesela siz böyle dediniz ya ‘Türkiye'de anayasada değişiklikler’ falan. Yani ağzınızdan şu çıksın. İlk dört madde ifadesi çıktığı andan itibaren linç edilir. Devamı gelmez. Türkiye'de böyle bir kültür yok. Yani adam Hüdapar'la ilgili konuşuyor. Ya terör örgütüyle bağı yok, bilmem ne yok. Aynı tuttular, yok anayasa değişti. Adam aynı şunu söyledi, Zekeriya Bey. Konuşulabilmeli.
-Her şey konuşulabilir.
-Demedi değişmeli.
-Evet. Ama Yok onlar programlarına yazmışlar.
-Yazmışlar ama ben konuşturdum çünkü kendisini. Yani burada geldi.
-Ama şöyle Hadi Bey bakın. O şimdi söylüyor ya. Yazıyor ya. Ben de farklı söyleyebilirim. Yani bu eleştiriye herkes açık olacak. O nasıl yazmış programına ya da söylüyor. Diyor ki: ben anayasada şu maddelerin değişmesini istiyorum.
-Ben de böyle söylerim kardeşim.
-Ben de derim ki. Bunlar doğru değildir. Bence şöyle olmalıdır derim. Herkes fikrini söyler. Teröre ve şiddete başvurmadan herkes söyleyebilir.
-Yani asmayı kesmeyi gerek kalmadan...
-Herkes fikrini söyler. Meclis orada. Anayasa değişikliği yapacak olan da Meclistir. Yasa değişikliği yapacak olan da Meclistir. Dolayısıyla da millet seçmiştir bu Meclisi, ister beğenin ister beğenmeyin. Dolayısıyla da milletin çoğunluğu ne derse demokrasi çünkü çoğunluk sistemidir. Çoğunluğu bir sistemdir. Dolayısıyla da millet isterse anayasa değişikliği de olur yasa değişikliği de olur. Millet istemezse yani milletin temsilcisi ona Meclis istemezse de olmaz. Ama biz bu tür anayasa değişikliklerinin sadece Mecliste 400'ü bile bulsa Mecliste değil mutlaka halk oylamasına sunulması gerektiğini düşünüyoruz.
-Şimdi Sayın Genel Başkan, sizin şüphe ettiğiniz, endişe ettiğiniz bir konularda dün kendine KCK Eş Başkanı sıfatını takan Bese Hozat kod isimli Hülya Oran açıklama yaptı. Diyor ki ‘Af söz konusu değil. Affı biz kabul etmiyoruz. Biz herhangi bir suç işlemedik ki af dileyelim. Biz af istemiyoruz. Biz suçsuzuz’ diyor. Şimdi Sayın Bahçeli'nin de bu konudaki açıklamasını ben size söyleyeyim. Diyor ki ‘Aslında tartışmanın hiçbir yerindeyim. Doğrusunu isterseniz içi boş polemiklere vakit kaybetmenin, beyhude yere emek ve enerji sarf etmenin lüzumsuz olduğu kanaatindeyim.’ Şu hususa itirazım yok. Şayet tartışma ortamı iyi niyetle temelleniyorsa farklı görüşler dile getirilebilmeli. Ama ancak yıkıcı ve sinir uçlarıyla oynayan bir dil ve üslup eşliğinde çalı gibi yoklanıyorsa, nalına ve mıhına aynı oranda ve aynı anda vuruluyorsa, bunu kabul etmek pek tabii ki mümkün değildir. Terör örgütü diyor, terörist ifadesini kullanıyor kaç defa, yani siz okuduğunuz için özet geçiyorum. Yani 27 Şubat 2025 İmralı çağrısıyla taban tabana zıt olduğunu hatırlatıyor. ‘KCK Eş Başkanlığı sıfatını kullanmaktadır. Yanlıştır, art niyetliliktir. Ülkemize ve bölgemize karanlık emeller bulunan (tam sizin ifadeniz gibi) siyonist, emperyalist yapıya alenen hizmetkârlıktır’ diyor. Yani görüşleriniz burada örtüşüyor. Şu bayağı sözlere bakar mısınız, diye devam ediyor ‘hiç kimse suç işlememiş bu nedenle de af maf da istemiyorlarmış, kaldı ki af vaat eden zaten yok. Suça gelince tarih ve maşeri vicdan önünde hangi suçların işlendiği açıktır, nettir, belgelidir. Bayramlık ağzımı açtırmasınlar. Herkes haddini ve hududunu bilecek’ diyor Şimdi buradaki bir noktada görüşleriniz örtüşüyor Sayın Bahçeli ile.
-Normal tabii. Neticede hepimiz devletin varlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini arzu ediyoruz. Ve terörle mücadele konusunda da yıllardır aynı düşünceleri, aynı görüşleri paylaştık. Şimdi bu gerçekten büyük bir hadsizlik ve biraz önce söylediğim gibi aslında sürecin taraftarı değilim ben, ben müzakereyle bu işin olmayacağını başından itibaren söylüyorum ben. Ben müzakereyle olmayacağını söylüyorum. Şimdi ben mücadeleyle terörün sonlanacağını düşünüyorum ve Türkiye'ye de baktığımız zaman şimdi mesela herkesin atladığı bir şey daha var. 2008'de önceki Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül'ün çağrısıyla bir süreç başlamıştı. Sonuç alındı mı? Alınamadı. Daha sonra 2012'de yeni bir çözüm süreci başlatıldı. Sonuç alındı mı? Alınmadı. Tam tersine yüzlerce şehit verdik. PKK güç kazandı, meşruiyet kazandı. Yani olumsuz bitti. Peki, biz ne zaman yendik ve Türkiye'de terörü sıfırladık? 2015'ten sonra, tamamen, topyekûn ve tüm unsurlarına karşı PKK ile devlet mücadeleye girişti. Ve 2020 yılına geldiğimizde yani o 5 yıllık süre içerisinde terör ezildi, Türkiye'de yok edildi. Zaten şu anda Türkiye'de terörist yok, terör yok, hangi bölgesine giderseniz gidersiniz.
-Tusaş’a nasıl saldırı oldu?
-Suriye'den geldi. Ama eskiden nasıldı? Gece, Yüksekova-Cizre arası gidemiyordunuz. Şırnak-Siirt arası gidemiyordunuz. Gündüz dahi tedirgin gidiyorsun. Gönderdiğiniz öğretmen babasıyla birlikte katlediliyordu, şehit ediliyordu. Kurtarılmış bölgeler vardı. Bugün öyle değil.
-Nereden nereye?
-Gerçekten nereden nereye? Ha şunu da söyleyeyim. Bütün bu ziyaretlerimde şunu da görüyorum. Yani burada görüşmeler yapılıyor diye devlet terörle mücadelesinde zaafiyet göstermiyor. Ben sahada gördüm.
-Geçen seferki gibi zaaf göstermiyor.
-Zaaf göstermiyor. Yani terörün tüm unsurlarına karşı hem askerî anlamda hem sivil bürokrasi anlamında hem istihbarat anlamında mücadele tüm hızıyla sürüyor.
-Çünkü en üst nokta ortada bir şey yok yani.
-Yani o geçen seferki gibi değil. Bundan da büyük memnuniyet duydum. Yani bölgede, bizzat bunu bölgede yaptığım müşahedelerde görüyorum. Hem sahada, hem vatandaşla görüşmemizde, hem kendi teşkilatlarımızla görüşmemizlerde, hem de devlet bürokrasisiyle, ister sivil, ister askeri, ister emniyet, bütün bunlarla yaptığımız görüşmelerde de bunu çok açık ve net bir şekilde görüyorum. Bundan da büyük memnuniyet duyuyorum. Duyduğumu da ifade ediyorum. Devlet hiç terörle mücadeleden bir adım geri atmış değil. O da sevindirici bir durum.
-Bese Hozat'a, Sayın Bahçeli'ye sormuşlar, konuşturuluyor mu? Evet demiş. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
-Şimdi bakın bu tür yapılarda üst düzeyden emir almadan ya da bilgi vermeden ya da ortak bir karar alınıp açıklamayı şu yapsın demeden kimse kafasına göre bir açıklama yapamaz. Yapmaz. Yani bu tamamen örgütün kendi içinde karar aldıktan sonra Bese Hozat'a yaptırdığı bir açıklamadır. Gülistan Koçyiğit de kendi kafasına göre açıklama yapmamıştır.
-Talimat mı alıyorlar?
-Ya talimat alıyorlar ya da böyle bir açıklama yap deniyor. Yani bu talimat Amerikan Büyükelçisi'nden de geliyor olabilir. İsrail menşeili de olabilir. Tabi mutlaka olur.
-Çünkü.. Barak’tan bahsediyor.
-Tabii direk Barak’tan gelmez ama onun Suriye temsilcisi aynı zamanda, CENTCOM'dan gelir. Oradan SDG'ye gelir, oradan Kandil'e gelir, oradan Bese Hozat'a gelir, oradan DEM'e gelir. Yani bu işleyiş böyle.
-Ben şunu merak ediyorum başkanım. Terörsüz Türkiye sürecinin başlangıcıyla birlikte, düne kadar meclis çatısı altında olan isimlere, yani DEM’lilere ya da HDP'lilere, kravatlı teröristler gibi ifadeler kullanılıyor. Yeni dönemde hem de bir Türkiye'lileşme gibi bir şey hissediyor musunuz?
-Asla. İşte bütün bu açıklamalar onu gösteriyor. Asla hissetmiyorum.
-Pervin Buldan biraz daha yumuşak mesajlar veriyor. Sırrı Süreyya Önder mesela.
-Şimdi bakın, Mardin'de bunu da konuştum, sordum. Mesela Ahmet Türk de benzer mesajlar veriyor. Değil mi? Ahmet Türk de benzer mesajlar veriyor. Ama benim konuştuğumda aldığım cevap nedir? Ahmet Türk, evet, tecrübesiyle, yaşıyla bu işleri iyi bilir. Evet, konuşmasıyla bir takım şeyleri örter. Ama daha tehlikelidir. Asla siyasi bölücülükten vazgeçmemiştir. Pervin Buldan da öyle vazgeçmemiştir. Biri ağır abi, biri de ağır abla rolü oynamaktadır.
-Ağır abla kim?
-Pervin Buldan. Ben dedim ya bir ara, ha Pervin Buldan, ha Duran Kalkan diye. Şimdi dolayısıyla onun Duran Kalkan'dan bir farkı yok.
-Hâlâ?
-Hâlâ yok. Zerre kadar geri adım atma yok. Allah aşkına ilk fırsatta bunlar Meclisin çatısı altında toplayıp kendi taraftarlarını terörist başı Öcalan için sloganlar attırmadılar mı?
-Evet.
-Diyarbakır'da yaptıklarını ne çabuk unuttuk. Bak bölge insanıyla ben konuşuyorum. Zerre geri adım atmak yok. Bizim gözümüzde yine onlar PKK teröristinin siyasi uzantılı ve kravatlı teröristlerdir. Çok açık ve net. Zaten şöyle eğer PKK silah bırakacaksa ya da bırakırsa ya da PKK kendini feshedecekse DEM de kendini kapatmalı ve yeni demokratik bir siyasi parti kurmalıdır. Yeni yüzlerle. DEM de şu anda PKK'nın bir uzantısıdır. Diyoruz ya PKK tüm unsurlarla kapatılmalı.
-PKK'yı lağvetti. Örgüt adını lağvettiler. Şöyle bir örgüt yok, diyorlar.
-Ama gerçekte var. Gerçekte var. SDG kim? PKK değil mi?
-Suriye'nin PKK'sı.
-SDG mi? PKK yani. Neticede PKK. KCK kim? PKK değil mi? Yani bunların isim oyunlarına mı biz kanacağız? Öyle mi yürüyeceğiz ya da kendimizi öyle mi tatmin edip kandıracağız? Öyle bir şey olabilir mi ya? Gerçeklik ortada duruyor tüm çıplaklığıyla. Hadi bey, gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortada duruyor.
-Bir şey merak ediyorum. Şimdi siz bunları söylüyorsunuz. Cumhur İttifakı'nın içerisinde olan bir partinin genel başkanısınız. Cumhur İttifakı'nın liderleri gidişattan umutlu veya Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Devlet Bahçeli bizim bakışımıza bakmıyorlar.
-Efendim, şimdi biz ayrı birer siyasi partiyiz.
-Kendi aranızda konuşmuyor musunuz?
-Bakın, Cumhur İttifakı niye kuruldu? Ne zaman kuruldu? Cumhur İttifakı 15 Temmuz darbe gecesi sokakta kurulan bir ittifaktır. Tamam mı? Bunu biz ifade ettik, bunu Sayın Cumhurbaşkanımız ifade etti, bunu Sayın Devlet Bahçeli ifade etti. Ama bunu ilk biz ifade ettik. Çünkü gerçek odur. Ve o darbe şunu gösterdi ki, sistemin bir zaafiyeti var. Ve bu sistemin değişmesi lazım. Bu sistem böyle kalırsa, Türkiye darbelere açık. Bunu gördük.
-15 Temmuz'da mı?
-Tabii 15 Temmuz'da. Onun için 2017 referandumu ve sistem değişikliği geldi. Burada da Devlet Bey'in hakkını teslim etmek gerekir. İlk çağrı ondan geldi bu konuda, sistem değişikliği konusunda. Ve biz kendi parti kurullarımızda istişare yaptıktan sonra buna evet dedik. Yani 15 Temmuz gece sokakta kurulan bu ittifakın sistem değişikliğinde devam etmesini ve daha sonra seçimlerde devam etmesini. Ama biz her konuda aynı düşüneceğiz diye.
-Hayır, düşünmeyin de belki Cumhurbaşkanıyla siz çok sık görüşüyorsunuz.
- Evet.
-Anlatmıyor musunuz bunları?
-Ben bu konuda kendi görüşlerimizi söylüyorum. Raporlarımızı veriyoruz, kendisiyle paylaşıyoruz. Düşüncelerimizi ifade ediyoruz.
-Ne tepki veriyor?
-Ama biz şunu da yapmıyoruz. Biz burada bozgunculuk yapmıyoruz. Meydanlara inip milleti kışkırtmıyoruz. Biz eski çözüm sürecinde 30 ilde panel yaptık, ‘çözüm değil çözülme süreci’ diye. Bugün de onu yapmıyoruz. Neden yapmıyoruz? Bir, ittifak hassasiyeti gözetiyoruz. İki, devletimize güveniyoruz. Cumhur İttifakı hükümetimize güveniyoruz. Bir de sahada yaptığımız araştırmalarda ve gittiğimizde devletin tüm unsurlarıyla terörle mücadelede o dönemki gibi zafiyet göstermediğini burada görüşmeler sürerken, süreç ilerlerken sahada da terörle mücadelenin hem sınırlarımız içinde hem sınırlarımız dışında tam hızıyla sürdüğünü görüyoruz. Zaten öyle olmasa 2013 tepkisini koyarız.
-Yani yine tepki koymanıza rağmen, olma ihtimalini de gözden kaçırmıyorsunuz. Yani Terörsüz Türkiye sürecinin olumlu yönde sonuçlanması konusundaki bir ihtimali de bir tarafta tutuyorsunuz.
-Bunu sabote etmiyoruz. Ama biz inanmıyoruz. Biz bu sürecin hitama (sona) ereceğine inanmıyoruz. Keşke erse. Kim terörsüz Türkiye istemez? Ben hayatını, arkadaşlarım, parti mensuplarım, biz hayatını devleti için, ülkesi için, milleti için adamış insanlarız. Elbette ki terörsüz Türkiye istiyoruz. Ben şimdi Mardin'e gidiyorum terörsüz, Hakkâri'ye gidiyorum terörsüz, Şırnak'a gidiyorum, orada belediye alıyorum. Bütün bölgelerde ben alnım ak, başım dik geziyorum. Vatandaşın teveccühüyle karşılaşıyorum. Bütün bu gezilerimde bir kişi de bana çıkıp efendim ‘siz ne yapıyorsunuz’ demedi. ‘Çok doğru yoldasınız’ dedi.
-Bölge halkı ne düşünüyor?
-Bölge halkı da aynısını söylüyor.
-Bölge halkı Bahçeli'nin attığı adımdan memnun mu?
-Şimdi bakın, bölge halkı derken şunu ayırt etmek lazım. Şimdi bölgede -kabul edelim, etmeyelim- DEM Parti'nin %60 desteği var mı ortalama? Ben onları saymıyorum.
-Onu kabul etmiyorsunuz?
-Hayır kabul etmiyorum, değilim.
-Niye saymıyorsunuz? Halk onlar.
-Saymıyorum derken, peşin fikirli olduklarından dolayı saymıyorum. Ben size bir şey daha söyleyeyim. Bakın ben Mardin'de, -bütün vatandaşlarımız şahit çarşıdaki, o ana tarihi çarşıdaki- biz dükkân atlamadan gezdik. Bütün dükkânlara atlamadan girdik. Herkes şahit oradaki bütün vatandaşlarımız, yanımızda basın var. Şimdi %60 oy alan bir yerde, 3'te 2'si değilse bile 3'te 1'i değil mi? Yarısı esnaf. Oraya oy vermiş yani, DEM Parti'ye oy vermiş. Yani bir tane bırak tepkiyi, yüzünü ekşiden görmedim.
-Ama bir şey söyleyeceğim. Doğu ve Anadolu bölgesi insanları misafirperver.
-Mesela daha önceki dönemde Kars'a gitmiştim, senin memleketine. Bir iki tane esnaf açıktan tepki koydu.
-Benim memleketimde?
-Senin memleketinde. Yani o zaman 2013-2012 o çözüm süreci olduğu dönemde. Hatta arkadaşlar bana dedi ki ‘girmeyelim burası HDP’dir’. Olsun, dedim; girelim, dedim. Girdim. Adam tepki gösterdi. Yani tepki de şu: Yanlış yapıyorsunuz, dedi.
Genel Başkanımız Sayın Destici, Mardin Valisi Sayın Akkoyun'u ziyaret etti
ÖNCEKİ HABER
Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici: Engelli olma, farkında ol!