"Değerli basın mensupları, kıymetli dava arkadaşlarım, kıymetli vatandaşlarım!
Öncelikle cümlenizi sevgiyle, saygıyla, muhabbetle selamlıyorum. Bir haftalık olağan basın toplantımızın daha hayırlara vesile olmasını yazımla hoş geldiniz, şeref verdiniz diyorum.
Maalesef birkaç gün önce İstanbul'da uyuşturucu satıldığı bilgisi üzerine bir adrese operasyon düzenleyen özel harekât polislerimize ateşle karşılık verilmesi sonucu polis memurumuz, kahraman polisimiz Emre Albayrak şehit oldu. Öncelikle şehidimize Allah'tan rahmet, geride bıraktığı gözü yaşlı eşine, aile büyüklerine ve tüm yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Tabii bir başsağlığı ve sabır dileğimizde kahraman polis teşkilatımıza, tüm emniyet mensuplarımıza ve İçişleri Bakanlığı mensuplarımızadır. Aziz milletimizin Türk milletinin başı sağ olsun.
MEVCUT CEZALAR, SUÇLULARI CAYDIRAMIYOR
Son derece üzgünüz. Fakat polisimizi şehit eden katilin siciline baktığımızda, ailesinin, babasının, kardeşinin siciline baktığımızda çok fazla suç işlediklerini görüyoruz. Sayısız kez uyuşturucu kullanmaktan, satmaktan, çetecilikten, gazdan, adam yaralamadan onlarca cezaları olduğunu ya da davaları olduğunu görüyoruz. Ve bu bizi daha da fazla üzüyor. Çünkü şu aklımıza geliyor, Şunu görüyoruz: Mevcut cezalar maalesef bu suçlarla mücadele etmeye yetmiyor. Mevcut cezalarla ya da yasalarla bu suçları önlere önleyemiyor. Suçluları caydıramıyoruz. Çünkü suçlular hak ettikleri cezaları almıyorlar. Daha düşük cezalara çarptırılıyorlar. Belli aralıklarla çıkarılan infaz düzenlemeleriyle de daha da erken bir şekilde cezaevinden çıkıyorlar ve tekrar aynı suçları işliyorlar. Yani cezaevlerimiz onları rehabilite de edemiyor. Bunu da çok açık ve net bir şekilde görüyoruz. O hâlde bizim bir kez daha ısrarla çağrımız bu ve benzer suçlarla ilgili cezaların artırılması, buralarda indirim yapılmaması, infaz yasalarının bu tür suçları kapsamaması ve cezaevinde bulundukları süre içerisinde de mutlaka rehabilite edilmeleri gerekiyor. Ben tekrar polis kardeşimize Allah'tan rahmet ailesine ve meslek arkadaşlarına tüm polis camiasına bir kez daha bas sağlığı ve sabır diliyorum.
EKONOMİNİN İKİ TEMEL PROBLEMİ VAR: BÜTÇE AÇIĞI VE CARİ AÇIK
Değerli basın mensupları, kıymetli vatandaşlarım. Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde 2026 yılı merkezi yönetim bütçe kanun teklifi görüşmeleri başlamış durumda. Genel olarak bütçeye baktığımızda, bütçe giderleri 18 trilyon 979 milyar. Gelirler 16 trilyon 260 milyar. Bütçe açığı 2 trilyon 713 milyar. Bütçe açığının gayrisafi yurtiçi hasılaya oranı da yüzde 3. Zaten Türkiye'nin ekonomisinin iki temel problemi var. Bir bütçe açığı, iki cari açık. Bu 2026 bütçesinde de bütçe açığının artarak devam ettiğini görüyoruz. Çünkü geçtiğimiz 2025 yılı bütçe açığına baktığımızda 2 trilyon 208 milyardı. Bugün 2 trilyon 713 milyar. Yani neredeyse yüzde 25’lik yüzde 25’in üzerinde bir artış görmekteyiz. Cari açığımız yine var. Çünkü dış ticarette bir türlü ihracat, ithalat dengesini yakalayamadık. Bu iki meseleyi halletmeden Türkiye ekonomisinin düzlüğe çıkmasını bekleyemeyiz. Bir bütçe açığı olmamalı. Denk bütçe yapmalıyız.
İki: Dış ticaretimizde açıktan kaynaklanan ve daha sonra da bunu başka gelirlerle telafi edemediğimiz bir cari açıkla da muhatap olmamalıyız. Bu devam ettiği sürece, bu iki açık devam ettiği sürece yüksek faiz de devam eder. Yüksek enflasyon da devam eder. Dış borçlanma da devam eder. İç borçlanma da devam eder. Onun için bütün önceliğimiz denk bütçe ve cari açı olmayan bir dış ticaret. Dış ticaretle ilgili cari açığımızın tek başına sebebi Çin ile olan ticaretimizdir. 65 milyar dolarlık ithalat yapıyoruz. Sadece 5 milyara yakın bir ihracatımız var. Yani 60 milyar dolar açığımız var. Çin ile olan ticaretimizi dengelediğimizde cari açığımızın hemen hemen tamamına yakınını kapatmış olacağız. Bütçe açıyla ilgili de baktığımız zaman faizden Türkiye kurtulduğu zaman denk bütçe yapar noktaya gelecektir. Onun için elbette ki çabaları takdir ediyoruz. Ama artık bir an önce sonuca ulaşılmasını, vatandaşımızın beklediğini de buradan ifade etmek istiyorum.

SANAL HAYAT PAHALILIĞINI YOK ETMELİYİZ
İşte bugün ne konuşuluyor? Türkiye'de ekonomi deyince vatandaş neyi konuşuyor? Hayat pahalılığını konuşuyor. Asgari ücreti konuşuyor. Emekli maaşlarını konuşuyor. Şimdi hayat pahalılığını belki sıfırlayamazsınız. Ama sanal olan pahalılığı mutlaka ama mutlaka önleyebilirsiniz. Gerekli tedbirleri aldığınızda. Şimdi meyve, sebze, gıdada özellikle alt gelir grubuna dâhil vatandaşlarımızın, ailelerin, hanelerin mutlaka ulaşması gereken, gıda da özellikle bu sanal hayat pahalılığını mutlaka yok etmeliyiz. Bununla terörle mücadele eder gibi etmeliyiz. Teröristle mücadele eder gibi etmeliyiz. Çünkü burada da milletin birliğine, kardeşliğine, ağzındaki lokmaya, cebindeki paraya el atma var. Onun için bununla ciddi mücadele etmek gerekiyor. Tarlada 3 lira, 5 lira olan ürünün pazarda 30 liraya, markette 50 liraya satılmasına asla fırsat vermemeliyiz. Ya da üreticinin elinden 15 liraya, 16 liraya alınan sütün markette 30 liraya, 40 liraya satılmasına müsaade etmemeli. Hangi kurumumuz yetkiliyse buna etmemeli. Ve bunu yapanları en ağır bir şekilde, hem para cezasıyla hem de aynısına devam ederse hapis cezasıyla cezalandırılmalı ve vatandaşın aşına, ekmeğine göz dikenlerin hesabını mutlaka görmelidir.
ENFLASYON 30, FAİZ 50 KABUL EDİLEBİLİR DEĞİLDİR
Kıymetli kardeşlerim, değerli basın mensupları!
Faiz sadece bütçemizdeki bir açık değil. Faiz şu anda iş yapan, üretim yapan sanayi kuruluşlarımızın imalatçılarımızın hatta çiftçimizin hatta emeklimizin, memurumuzun, işçimizin de belini büken bir gider kalemi olarak durmaktadır. Çünkü sanayici mal alıyor. Krediyle alıyor, enflasyonun da çok üstünde bir faiz ödüyor. Enflasyon 30 ama şu anda ticari kredilerin yüzde 50’ye yakın bir oranda faizlerinin olduğunu görmekteyiz. Bunun da en azından enflasyonla denkleşmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Enflasyon 30, faiz 50 kabul edilebilir bir sonuç değildir. Bir uygulama değildir. En fazla enflasyon oranında bir faiz uygulanması gerekmektedir. Bunun üstündeki faiz ödemelerinin de yine biz bir keyfiyetten kaynaklandığını buradan açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Bütçede dikkat çekici olan kısım personel giderleri. 4.9 trilyon yani 4 trilyon 900 milyar. Gelir kalemlerine baktığımızda hemen hemen gelirlerin tamamına yakınının vergi gelirlerinden oluştuğunu görüyoruz. Bu vergi gelirlerinin de yine yüzde 70’inin dolaylı vergilerden geldiğini görüyoruz. Yani bu ne demektir? Fakirle zenginin parası, az olanla çok olanın eşit ödediği vergiler. En açık örnek motorine ya da akaryakıtta uygulanan vergidir. Türkiye'nin en zengin adamı da motorunu alırken ya da benzin alırken aynı vergiyi ödemektedir. Kuruşu kuruşuna, oranı oranına en fakiri, asgari ücretlisi de akaryakıt alırken aynı vergiyi ödemektedir.
DOLAYLI VERGİLERDEKİ ADALETSİZLİK
Dolaylı vergileri toplamak kolaydır. Dolaylı vergiler daha çok alt gelir gruplarının canını yakmaktadır. Üst gelir grupları zaten bundan etkilenmeyecektir. Esas toplanması gereken gelir vergisi ve kurumlar vergisine baktığımızda bunun dolaylı vergilerin yarısının altında olduğunu görüyoruz. İşte esas devletin toplaması gereken vergiler bunlardır. Ama Maliye Bakanlığının tüm yetkilileriyle tepeden aşağıya kadar konuştuğumuzda maalesef bu konuda bir sıkıntı olduğu söylenmektedir. Kayıt dışılıktan bahsedilmektedir. Vergi kaçırmadan bahsedilmektedir. O hâlde bakanlık ve kurumları aracılığıyla bu kayıt dışılığa mutlaka son vermeli, vergiyi hakkıyla toplamalıdır. Yani çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almalı, kazanmayandan yani asgari ücretliden, 16 bin 800 lira alan emekliden, küçük çiftçiden, küçük esnaftan vergi almamalıdır.
İSTİHDAM PROBLEMİ
Kıymetli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım!
Tabii ülkemizin en önemli problemlerinden birisi de istihdam. Yani işsizlik. 2026 hedeflerine baktığımızda işsizliği yüzde 7.8’e düşürüleceği, yine enflasyonun yüzde 20’nin altı gerçekleşeceği hedeflenmektedir. Elbette bu hedeflerin tutturulması hepimizin desteklediği ve arzu ettiği bir planlamadır. Bunları da Büyük Birlik Partisi olarak takip ettiğimizi, önerilerimizi, eleştirilerimizi hem kıymetli basın mensuplarımız aracılığıyla hem de yetkililerimizle paylaşmaya devam edeceğimizi buradan bir kere daha ifade ediyorum. Ve şimdiden 2026 bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum.
DOKTOR GURUBUNUN, KADIN HASTALARLA İLGİLİ WHATSAPP’TAKİ SAPIKÇA YORUMLARI
Kıymetli basın mensupları, değerli vatandaşlarım. Bazen okumaktan ya da televizyonda dinlemekten rahatsız olduğumuz, şikâyet etmeye tepkimizi dile getirmeye bile hayâ ettiğimiz haberlerle karşı karşıya kalıyoruz. Dün basında çok önemli bir okulumuzda kız öğrencilerin sistematik bir şekilde taciz ve akran zorbalığına maruz kaldığı haberleri yer aldı. Yine geçtiğimiz aylarda bir grup doktorun kurdukları WhatsApp grubunda hastaneye gelen kadın hastalarla ilgili burada ifade edemeyeceğimiz sapıkça yorumlar yaptıkları bunları birbirleriyle paylaştıkları yazışmaların ortaya çıkmasından sonra ise açığa alındıkları haberleri yer almıştı. Her iki konuda da idari soruşturma ve yargı süreci devam ediyor. İddiaların gerçekliği mutlaka yargının yargı süreçleri sonunda ortaya çıkacaktır. Biz kendimizi savcı ya da hâkim bir yerine koyup hüküm verecek değiliz. Lakin görüntülere baktığımızda, bu görüntülerdeki bir takım konuşmalar da yansımış ya da yazışmalar yansımış. Bunları gördüğümüzde durumun vahametini anlıyoruz. Bir doktor grubundan bahsediyoruz. Yani akıl alabilecek gibi değil. Bir doktor grubundan bahsediyoruz. En üst düzeyde eğitim almış, Hipokrat yemini etmiş bir gruptan bahsediyoruz. Yani çürümenin hangi noktaya geldiğini anlatmak için bunları söylüyoruz.
KADINLARIN, KADIN DOKTOR TERCİH ETME HAKLARI
Üzülerek ifade ediyorum, benzer hadiselerle hastanelerde ve okullarda yaşanan taciz olaylarıyla sıkla sıklıkla karşılaşılıyor. Ve bu bazen haberlere de yansıyor. Ve yine maalesef bu tip hadiselerde hukuka intikal edenlerden kat ve kat fazlası kadınların maruz kaldığı sosyal ve psikolojik baskılar nedeniyle gizli kalıyor. Açığa çıkmıyor. Şimdi buradan şu soruyu açıkça sormak istiyorum: Şunu hiç düşündük mü? Hasta olduklarında bu tip örnekler nedeniyle ya da kültürel farklılıklar nedeniyle ya da haklı haksız farklı gerekçelerle tedavi olmaya gitmeyen ya da gönderilmeyen kadınlarımız var mıdır? Bu sorunun net cevabı vardır. Bunu görüyoruz. İşte bu gerçeği yok sayamayız. Görmezden gelemeyiz. Gerekçelerin haklı ya da haksız olmasını tartışmıyoruz. Gerekçeleri haksız bile olsa tedavi olmaya gitmeyen, gidemeyen ya da gönderilmeyen bir kadına, erkek doktora muayene olmak istemiyorsa, ‘tedavi olma ya da öl’ demek doğru bir bakış açısı mıdır? Yine benzer gerekçelerle potansiyelleri ve yetenekleri olduğu hâlde okula gitmeyen ya da gönderilmeyen kızlarımıza ‘karma okula gitmek istemiyorsan eğitim görme’ demek doğru bir tavır mıdır? Kadınlarımızın, kızlarımızın tedavi ve eğitime ulaşmaların önündeki bütün engelleri kaldırmalıyız.
KADIN HASTANELERİ, KADIN ÜNİVERSİTELERİ KURULMALI
O sebeple bir kere daha söylüyoruz ki, Türkiye'de mutlaka ama mutlaka talep karşılanmalı ve kadın üniversiteleri kurulmalıdır. Yine aynı şekilde Türkiye'de büyük şehirler başta olmak üzere, kadın nüfusun yoğun olduğu tüm şehirlerimizde kadın hastaneleri kurulmalıdır. Şurada hemen beş dakikalık mesafede bir şehir hastanesi var. Çok da güzel bir hastane. Çok da iyi yönetiliyor. Çok da iyi tedavi uygulanıyor. On bir kule var. Her bir branş için ayrı bir bina. O da çok iyi. E, bu kulelerden bir tanesi kadın hastanesi olsa ya da on ikinci kule kadın hastanesi olsa kötü mü olur? Arzu eden kadınlarımız tüm tedavilerini orada görebilir. Diğerleri yine on bir kuleye gitmeye devam edebilir. Orada bir engel yok. Biz şunu demiyoruz, ayıralım bütün kadınlar, kadın hastanesinin erkekleri diğerine gönderelim demiyoruz. İsteyenler için bir tercih koyalım diyoruz. On bir kuleden birisi kadın hastanesi olsun diyoruz. Ya da bir şehirde on hastaneden birisi kadın hastanesi olsun diyoruz. Bizim ifade ettiğimiz bu. Bunu çekinmeden söylemeye devam edeceğiz. Kim ne derse desin, kadınlarımızın yanındayız ve tüm kadınlarımızın yanındayız. Başı açıyla, başı kapalısıyla; şehirlisiyle, köylüsüyle; dindarıyla, kendisini laikim diye tanımlayanıyla da. Hepsinin yanındayız. Hepsinin talebinin yanındayız ve hepsinin hayatı daha mutlu, daha huzurlu ve daha kolay yaşaması için mücadele ediyoruz ve bu mücadelemizi de sürdüreceğiz. Kimsenin ayıklamasına, kınamasına, karşı durmasına da eyvallah demeyiz. Biz doğruları ve inandıklarımızı söylemeye devam edeceğiz.
JAPONLAR ŞERİAT İSTEMİYOR, AMERİKA’YA DA ŞERİAT GELMEDİ
Kıymetli kardeşlerim, aynı şey okullarımız için de geçerlidir. Türkiye'de iki yüzün üzerinde üniversite vardır. Ne olur yani İstanbul, Ankara'da birer tane de kadın üniversitesi olsa, yani 200 tanenin 2 tanesi, yüzde 1 kadın üniversitesi olsa kötü mü olur? İsteyen oraya gider. İsteyen diğer 200 taneye gider. Burada da aynısını söylüyoruz. Yani burada da kadın üniversite kuralım. Bütün kadınları, kızları kadın üniversitesine, erkekleri öbürüne değil. Biz çok isteyen için tercih koyalım diyoruz. Japonya'da var, dünyanın en gelişmiş ülkesi. Üstelik laikler şunu bilsin, şeriat falan da istemiyor Japonlar. Aynı şekilde Amerika'da kadın hastanesi var. Finlandiya'da kadın hastanesi var. Onlarca ülkede kadın hastanesi var ve hiçbiri de şeriat istemiyor. Korkmasınlar yani. Kadın hastanesi açıldı diye Amerika'ya şeriat gelmedi, Finlandiya'ya gelmedi. Tek gerekçeleri bu, karşı çıkış gerekçeleri bu. Gitsinler bir incelesinler bakalım. Onun için biz kimin ne dediğine bakmadan, biz bunları söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bu ülkede kurulduğundan beri 32 yıldır hakkın ve halkın sesi olan Büyük Birlik Partisi var. Bu sesi kimse susturamaz. Biz gerçekleri söyleyeceğiz. Birilerinin hoşuna gitmese de, birileri rahatsız olsa da biz bunları halkımızın taleplerini, kültürümüzün, Türklüğümüzün gereğini, İslam'ın inancımızın gereğini yapacağız ve söyleyeceğiz.

YAKINDA KELAYNAK KUŞLARINA DÖNECEĞİZ
Evet. Tıpkı ailenin korunması gibi. Tıpkı nüfusumuzun eksilmesini önlemek için neler yapmalıyız, bunu söyleyeceğimiz gibi. Bakın şimdi size iki tablo göstereceğim. Son 7 yılda nesli en hızlı kesilen 7 ülke. Batılılar bu tabiri kullanıyor. Nesli kesilen, diyor. Yani kelaynak kuşlarına döneceğiz yakında. Nesli kesilen, diyor. Nesli tükeniyor yani nesli tükenen. Son 7 yılda nesli en fazla azalan, yani nüfusu azalan 7 ülkeden birisi Türkiye. Kaça düşmüş? 2,08’den 1,51. Bu 2024 sonu verileri. 2025 sonu verileri 1,4 bekleniyor. Yani gittikçe aşağı gitmeye devam ediyoruz. Bir tablo daha göstereceğim. Yukarıdaki 2017 tablosu, aşağıdaki 2024 tablosu. Yukarıda 3 tane kırmızı il görüyorsunuz. Yani nüfusu bir buçuğun altında artan. 7 sene sonra 2024’e geldiğinizde Türkiye'nin üçte ikisini kırmızı görüyorsunuz. Ve nüfusu yüzde 3’ün üstünde artan tek ilimiz kalmış: Şanlıurfa. Onun dışındakiler tamamı 3’ün altında ama şu üçte iki -kırmızıyla gördüğünüz- bir buçuğun altında arkadaşlar. Bu ne demek biliyor musun? Bu, yok oluyoruz demek. Yani Türk milleti için Anadolu'da yok oluyoruz. 7 senede 2,08’den bir buçuğa düşmüşüz. Böyle giderse bir 7 sene sonra 1’in altındayız. Bunun altına inmek demek, zaten felaket demek. Bu tablo terörden daha tehlikeli. Bütün ekonomik tablolardan daha tehlikeli. Bunu ifade etmeyi istiyorum. Bunun için biz Büyük Birlik Partisi için Partisi olarak ne dedik? Dedik ki buna tedbir almalıyız. Eğer tedbir almazsak içinde bulunduğumuz gerçek bizi gelecekte baş etmekte zorlanacağımız sayısız problemle karşı karşıya bırakacak. İlk akla gelenler bir sosyal güvenlik sistemimizi çalıştıramayacağız. Okullarımız, eğitim sistemimiz, vasıflı insan gücümüz geriye giderken bilim ve teknoloji başta olmak üzere tüm alanlarda bulunduğumuz seviye ilerlemek bir yana aşağı çekilecek. Bugün şikâyetçi olduğumuz mülteciler gelsin diye Allah'a dua edeceğiz. Çünkü çalıştıracak insan bulamayacağız. Eğer nüfusumuz böyle azalmaya devam ederse… Diğer taraftan savaşacak genç bulamayacağız. Ordumuz zayıflayacak. Yani güvenlik sistemimiz çökecek. Yeni yatırımlar için iş gücü temin edemeyeceğimiz ve ithal iş gücü -işte bir an önce söylediğim gibi- demografik yapımızı bozacak. Yani biz kendi ülkemizde azınlığa düşeceğiz.
Bir milletin demografik yapısının bozulması ne demektir? Tarih sahnesinden yok olması demektir. Geleceğe dair sayısız ihtimal ve senaryo ortaya koyabiliriz ama problemi çözebilmek için tek seçeneğimiz var. Nedir? Aileyi, evlilikleri, doğumları, kadınlarımızı desteklemek. Başka bir yol ya da ihtimal yok.
EVLENECEK GENÇLERİ DESTEKLEMELİYİZ
Evlilikleri ve evlenecek gençleri desteklemeliyiz. Onları iş sahibi yapmalıyız. İmkânı olmayanların düğünlerini bizzat devlet yapmalı. Çocuk sahibi aileleri desteklemeliyiz. Çocuklu kadınlarımızın çalışma koşullarını mutlaka iyileştirmeliyiz. Çalışan kadınların çocuk sahibi olabilmeleri için çalışma saatlerini düzenlemeliyiz. 5 Aralık'ta İstanbul'da düzenlediğimiz Kadın Hakları Günü programındaki bir kez daha Kadın Kolları Başkanlığımızı ve İstanbul İl Kadın Kollarımızı tebrik ediyorum. Orada daha net söyledim. Dedim ki, ‘çalışan kadınlarımız bir saat işe geç gitsinler, bir saat erken çıksınlar, altı saat çalışsınlar.’ Bunu da ısrarla söylemeye devam edeceğiz. Bu bir ayrımcılık değildir. Kadınımıza yönelik pozitif ayrımcılıktır. Onun da ötesindedir. Bundan da kimsenin rahatsız olmasına gerek yoktur. Ama öyle meslekler vardır ki, buna haftanın her günü müsaade etmeyebilir. Diyelim doktor ya da hemşire olarak çalışan kadınlarımız, haftanın belli günleri ameliyat günleridir. Diyelim bu muaf tutulabilir. Bunun gibi özel meslekler dışında kadınlarımıza mutlaka bu hak tanınmalıdır.
EVLİ VE ÇOCUKLU GENÇLERE ÖNCELİK VERİLMESİ
Kamuda istihdamda eşit şartları taşıyan adaylarda evli ve çocuklu olanlara öncelik vermeliyiz ki -tabii liyakat ve ehliyet esasına göre- Liyakat ve ehliyet noktasında eşitse, daha müşahhas söyleyelim, kim ne derse desin ben söylemeye devam edeceğim. Ben inandığımı ve doğruyu söylüyorum. Onlar o Türk milletinin ahlak yapısını bozan, aileyi yok eden dizilerin senaristlerine göre konuşuyorlar. Biz Müslüman Türk milletinin örfüne, âdetine, geleneğine göre ve aile yapımızı korumak için konuşuyoruz. Ne yapacağız? Diyelim ki bir iş başvurusu oldu. Hepsi de üniversite mezunu. Liyakat, ehliyet hepsi eşit. Biri bekâr, biri evli, biri evli çocuklu. İşte orada evli çocukluyu alacağız. Bunu açıkça yapacağız. Ben açık ve net söylüyorum. Gençlerimiz, biz bunu söylerken gençlerimize bir haksızlık yaptığımızı düşünmüyoruz. Onları topluma ve aile yuva kurmaya teşvik ediyoruz. Elbette ki bunlar istisnadır. Elbette ki gençlerimizin de çalışması için hem de istedikleri alanlarda çalışması için yeni istihdam alanları genişletmeliyiz. Bu da ailemizi güçlendirecek ve nüfusumuzun azalmaktan çıkıp artmaya başlamasına imkân sağlayacaktır. Bir kere ülkemizde mümkünse işsiz genç bırakmamalı. Bu söylediğim ve bu söylediğim bir yönüyle birbirinden ayrıdır, birbiriyle bir bütünün parçalarıdır. Bugün yüzde işte 200’den fazla üniversite var. Yüz binlerce belki milyonlarca işsiz üniversite mezunumuz var, gencimiz var. Yani bunlar bugün benim söylediğimden dolayı mı işsiz kaldılar? Hayır. Bugüne kadar böyle bir uygulama var mı? Yok. Dolayısıyla da işsizliğin sebebi değil bu. Ya da işsizliğin sebebi olamaz.
İŞSİZLİĞİN SEBEPLERİ
İşsizliğin sebebi başka şeyler. O da açık. İstihdam alanlarının eksikliği maalesef eğitimimize bir dönemde vurulan darbe sırf imam hatip okullarının önünü kapatmak için meslek liselerinin kapatılması, önüne darbe vurulması ve pek çok buna benzer 28 Şubat ve o zihniyetin uygulamaları başka bir şey değil. Ya da bugüne kadar Türkiye'yi yöneten hükümetlerin yanlış politikaları. Şimdi bir tarafta teknik eleman bulunamıyor, öbür tarafta yüz binlerce üniversite mezunu. Bize diyelim ki bir branşta senede bin öğretmen lazım. 50 bin mezun veriyor. Bunu nasıl çözeceksiniz? İşte buraları sizin düzenlemeniz gerekiyor. Gereksiz yatırımlar. Ivıra, zıvıra, şu sanatçılara, festivallere, bilmem nelere verilen milyarlarca para bütün belediyelerinkini toplarsan yüz milyarlarca para. Her belediye, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, bu gereksiz yapılan harcamalarla onlarca fabrika kurup binlerce genci istihdam edebilirlerdi. Ama onlar hâlâ bunu seçmiyorlar. Şirket kuruyorlar, belediyeleri şirket kuruyorlar. Alımı yine başka şirketten yapıyorlar, işi yine başka şirketten yapıyorlar. Ama o belediye şirketleri aracılığıyla da alacaklarını işe alıyorlar, görecekleri işi görüyorlar. Bence bu uygulamada denetlenmesi lazım. Yani milletin emeği ve kaynağı heba ediliyor. Ya sen biraz vatansever olsan! Senden kastım bizim bu sözlerimizi dinlemeden, ölçmeden, tartmadan karşı duran ya da bilinçli olarak… Açıkça söyleyeyim: Burada televizyoncu, gazeteci, sanatçı, siyasetçi bir kesimin de özel görevi var zaten. Türkiye'de ayrı yapısı bozulsun, Türkiye'nin nüfusu aşağı düşsün, Türkiye güçsüzleşsin ve Türkiye bitsin isteyenler var. Şimdi aziz milletimizin maalesef bir kısmı onların bu tatlı sözlerine kanıyor. Onlar asla samimi değiller. Asla Türklerin, Müslümanların yanında değiller. Anadolu insanının yanında değiller. Yoksa Anadolu'ya git, en yaşlısından en gencine sor, Anadolu irfanını ve ferasetini görürsün. Onun için biz bunları söylemeye devam edeceğiz. Yani onların ayağına basacağız. Basmaya devam edeceğiz.
YEREL YÖNETİMLERE KREŞ ZORUNLULUĞU GETİRİLMELİ
Yerel yönetimlerin kreş açmalarını zorunlu hale getirmeliyiz. Bu festivallere sanatçılara verilen paralar değil mi? Özellikle büyük şehirlerde yüzlerce milyondan bahsediliyor. Kaç kreş açılırdı bunlara acaba? Tabii kreş açarken de mama almayacaksın yani. Mama almadan kreş açacaksın. Yani oraya da dikkat edeceksin yani. Bir yeri yaparken bir yeri bozmayacaksın. Özel ve kamu tüm kuruluşlara, kurumlara kreş açma zorunluluğu getirilmelidir. Kadın çalışan sayısı az olması hasebiyle kreş açamayanlar olursa, kreşe girecek çocuğu olan çalışan kadınımıza parasını devlet ödemelidir. Yani ‘ben işe gidersem çocuğum ne olur, çocuğuma kim bakar’ endişesinden çalışan kadınlarımız kurtarılmalıdır ki daha fazla çocuk sahibi olmaları imkânını kendilerine verelim. Bunu en çok ve en önemlisi kadınlarımızın elinden anne olma hakkını almamak için yapmalıyız.

TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÜRECİ
Değerli basın mensupları, kıymetli dava arkadaşlarım! Birkaç cümlede bu Terörsüz Türkiye süreci ya da çözüm süreciyle ve buna bağlantılı olan Suriye'deki gelişmelerle ilgili söylemek istiyorum. Büyük Birlik Partisi olarak PKK'nın şartsız, müzakeresiz, pazarlıksız silah bırakmasından hiçbirimiz rahatsız olmayız. Bu vatanını seven hiç kimse de rahatsız olmaz. Ama ‘pazarlık, müzakere, şart yok’ deyip daha sonra PKK üst düzey yöneticilerinden ya da DEM Partisi yetkililerinden bir takım şartlar duyuyorsak, o zaman elbette bunu da sorgularız, bunu da sorarız.
KARŞIMIZDA KÜSTAHLAŞAN, DEVLETE VE MİLLETE RACON KESEN BİR TERÖRİST GÜRUHU VAR
Hepimiz biliyoruz ki, dünya âlem biliyor ki, PKK henüz silah bırakmadı. Sadece 25-30 silahı göstermelik yaKtılar. PKK kendini de feshetmedi. Bunun böyle olduğunu nereden biliyoruz? Bakın son günlerde PKK'nın en üst düzey iki sözde sorumlusunun açıklamaları oldu. Birisi ne dedi küstahça? Tırnak içerisinde söylüyorum: ‘Bundan sonra bizim tarafımızdan atılacak başka bir adım olmayacak. Silahlarımızı teslim etmedik ve bunu sembolik olarak yaktık. PKK üzerinde düşen sorumluluğu yerine getirdi. Meclis, Önder’in (Abdullah Öcalan) ayağına geldi. PKK'nın büyüklüğü buradan geliyor.’ diyor. Bakın böyle hadsiz ve küstah bir açıklama. Yine terör örgütünün üst yapısı KCK'nın bir başka sözde yöneticisi utanmadan şunları söyledi: ‘PKK kadroları af istemiyor. Biz suç işlemedik. PKK kadroları af istemiyor. Biz suç işlemedik. Soykırım altındaki… -Bir de bizi, devletimizi, milletimizi soykırımla itham ediyor- Soykırım altındaki bir halkın varlık ve özgürlük mücadelesini verdik. Bu insanlar onurlu insanlardır.’ Yani bebek katilleri, kadın tecavüzcüleri, uyuşturucu satıcıları, Amerikan köpekleri onurlu insanlarmış. ‘Gözleri basitçe ailelerine dönmekte değildir.’ Yani ‘biz’ diyor ‘öyle basitçe bir af falan da beklemiyoruz’ diyor. Neymiş efendim, 40 yıldır bu aziz milletin evladını, askerini, polisini, öğretmenini, bebeğini, yaşlısını katleden, şehirlerimizi bombalarla kana bulayan, bu toprakları bölmek için her türlü ihaneti reva gören bu hainlerin hiç suçları yokmuş. İşte eşkıyayı, terörist başlarını bu şekilde konuşturuyoruz. Bizim kabul etmediğimiz, şehit ailelerimizin, gazilerimizin kabul etmediği, isyan ettiği tam da budur. Yani karşımızda küstahlaşan, şımarık bir hâle gelen, devlete, millete racon kesen bir terörist güruhu var. Tasması da Amerika'nın ve İsrail'in ve Batı’nın birkaç ülkesinin elinde olan. İşte biz bunun için dedik ki -rahmetli şehit liderimiz Muhsin Yazıcıoğlu'ndan beri, Büyük Birlik Partisi olarak- Neden terör örgütleriyle yürütülen her türlü müzakere sürecine ateş püskürdüğümüzü şimdi daha iyi anlıyoruz. Ya da milletimiz anlamalıdır. Evet, boşuna ‘terörle mücadele edilir, müzakere edilmez’ demedik.
SURİYE’DEKİ GELİŞMELER
Kıymetli kardeşlerim, bakın Suriye'deki gelişmeler. Trump ne dedi? ‘2000 yıl sonra Suriye'yi aldınız, tebrik ederiz’ dedi. Tarihleri de bilmiyor, sallıyor. 2000 sene önce Suriye mi vardı? Tarih bilgisi de sıfır. Ama hangi noktaya geldik bugün? Ona bir bakmamız lazım. Şara Hükümeti ne yapıyor? Suriye'nin kuzeyindeki PYD, YPG -şimdi SDG'ye dönüşmüş- ne yapıyor? Kimle beraber? Ne istiyor? Bütün bunlara baktığımızda şunu görüyoruz. Türkiye'yi dışlamaya çalışıyorlar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail, Türkiye'yi dışlamaya çalışıyor. Türkiye'yi Suriye masasında istemiyorlar. Çünkü Türkiye olduğu zaman hak olacak, hukuk olacak, adalet olacak ve Suriye'de yaşayan Arap, Kürtmen, Türk, Hristiyan, Maruni bütün bunların hepsinin hakları ve Suriye'nin toprak bütünlüğü savunulacak Türkiye tarafından.
SURİYE’DE, SAHADA SON DURUM
Bunun muhafazası için Türkiye mücadele etti ve bu mücadeleyi devam ettiriyor. Bakın sahadan birkaç bilgi paylaşayım. Sahada durum nasıl şu anda Suriye sahasında? Amerikan petrol devi Chevron, Suriye açıklarında petrol ve doğal gaz aramak için yeni Şam yönetimiyle anlaşma imzaladı. Ruhsatı ihalesiz olarak bu firmaya verdi. Trump'ın dediği gibi biz fethetmiş olsaydık herhalde TPO ile yapardı bu anlaşmayı. Yani Chevron ile yaptığına göre demek ki durum Trump'ın söylediği gibi değil. İsrail, Mossad'a yakın hesaplar üzerinden bizi Kürdistan sloganlarıyla YPG, PYD'ye açık destek vermektedir. Son haberlere göre son 3 haftada YPG, 750 yeni terörist saflarına katmıştır. Ahmet El Şara, ABD, İsrail ve Körfez ekseni tarafından, Abraham Anlaşmaları yönünde yoğun bir markaja alınmıştır ve buna katılacağını açıklamıştır. Şam, Tel Aviv hattında sıcak temaslar başlamıştır. Tel Aviv kim? Daha bu günlerde, geçtiğimiz günlerde Gazze'yi yerle bir eden, Gazze'de yüz binden fazla masum çocuğu, kadını, yaşlıyı, siviliği öldüren bir terörist devlet. Doğu Akdeniz'de İsrail, Türkiye'nin yıllardır burası bizimdir dediği enerji sahalarında yeni sondaj ve askeri üst planlarını devreye sokmaktadır. Türkiye bunlara karşı mutlaka sesini ve tavrını yükselterek asla müsaade etmemelidir. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin üst düzey yönetimi ve Milli Savunma Bakanlığından bir heyet Şam'a kritik bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Orada Türkiye'nin kırmızı çizgileri de net bir şekilde ortaya konmuştur. YPG-SDG'nin Suriye ordusuna entegre olmasına Türkiye prensipte itiraz etmemiş fakat PKK'nın azılı kadroları, Türkiye'nin terör örgütünden arananlar listesinde bulunanlar ve örgüt yöneticilerinin bu sürecin dışında tutulmasını istemiştir. Örgütün elindeki ağır silahların Suriye ordusuna devredilmesi şartı koşulmuştur. Bu şartların yerine getirilmesi için terör örgütüne de ay sonuna kadar müsaade verilmiştir. Yani Ocak 1'e kadar. Bu hamle yerinde ve zamanında olmuştur. Çünkü Türkiye büyük uğraş verdiği Suriye denkleminde hem elindekileri hem de sahadaki varlığından asla vazgeçmeyeceğini kararlı bir şekilde bildirmiştir. Terörist İsrail'e de, ‘Suriye'de başrolü sana bırakmayacağım. Dekoru tek taraflı değiştirmeni izlemeyeceğim’ mesajı da net olarak verilmiştir.
Bizler Büyük Birlik Partisi olarak aylar öncesinden, bugün Orta Doğu'da sessizce şekillenen dengelerin, yarın Türkiye'nin milli güvenliğini kuşatacak, geri dönüşü zor ve maliyeti ağır bir baskı hattına dönüşmesine izin verilmeyeceğini defalarca dile getirdik. Çünkü burnumuzun dibindeki Suriye'nin sürekli tehdit ve tehlike üreten kalıcı bir jeopolitik gerçeklik hâline gelmesine asla izin veremeyiz.
TPO SÜRECE DAHİL OLMALI
Değerli arkadaşlar, kıymetli misafirlerimiz! Suriye'de, Irak'ta ve Doğu Akdeniz'de, Türkiye'nin sessiz kalması asla mümkün değildir. Stratejik olarak da kabul edemeyiz. Türkiye kendi kaderini başkalarının yazmasına razı olamaz. Ve olmadı ve olmayacak. Bu nedenle çağrımız nettir. Doğu Akdeniz'deki haklarımız daha yüksek bir sesle savunulmalıdır. YPG-SDG tehdidine karşı somut askerî ve diplomatik adımlar atılmalıdır. Yeni Şam yönetiminin İsrail eksenine kayması karşısında Türkiye'nin kırmızı çizgileri açıkça ortaya konmalıdır. ABD merkezli enerji şirketi Chevron ile Şam hükümetinin petrol ve doğal gaz arama iş birliği yakından takip edilmelidir. Türkiye TPO aracılığıyla mutlaka ama mutlaka sürece dâhil olmalıdır. İsrail'in bölgeyi yeniden dizayn etme girişimleri karşısında sessizlik değil güçlü bir tepki gösterilmelidir.
GÜCÜMÜZÜ SAHADA DA MASADA DA GÖSTERECEĞİZ
Kıymetli vatandaşlarım eğer Türkiye susarsa, Orta Doğu'daki bir sonraki sahneyi başkaları yazar. Senaryoyu başkaları yazar. Sahnede başkaları olur. Eminiz ki devletimiz asla susmayacak ve geri çekilmeyecektir. Biz kaderimizi başkalarının insafına bırakanlardan olmadık. Türkiye olarak buna müsaade etmeyeceğiz. Gücümüzü sahada da masada da göstereceğiz. Bu anlamda Türkiye'nin çıkarlarını korumak bir tercih değil bir zorunluluktur. Bugün atılacak her adım yarın çocuklarımızın yaşayacağı coğrafyanın kaderini belirleyecektir. Bu nedenle bir kez daha çağrımızı yeniliyoruz: Türkiye sahada ve masada ve diplomasinin her alanında güçlü olmalı, güçlü görünmeli ve güçlü davranmalıdır. Suriye, Irak ve Doğu Akdeniz'deki hiçbir gelişme birbirinden bağımsız değildir. Hepsi aynı zincirin halkalarıdır. O zinciri Türkiye'nin iradesi tutmadıkça, başkaları kendi zincirlerini bizim üzerimizden geçirmeye kalkışacaktır. Biz bu coğrafyanın asli unsuruyuz. Biz bu masaların asli kurucusuyuz. Kimse Türkiye'yi dışarıda bırakarak Orta Doğu'yu dizayn etmeye kalkamaz ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti buna asla ve kat'a izin vermez ve vermemeli. Bugün buradan ilan ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti haklarını savunmak için ne gerekiyorsa onu yapacak kudrete, kararlılığa ve devlet aklına sahiptir. Sessizliğe değil iradeye, edilgenliğe değil liderliğe ihtiyaç vardır. Ve Türkiye bu liderliği bölgesinde gösterecek güce de, kadroya da, kudrete de Allah'ın inayetiyle sahiptir. Milletimizin vicdanını ve iradesini temsil eden bizler de bu mücadelede kararlılıkla durmaya devam edeceğiz. Allah milletimize, devletimize, kahraman silahlı kuvvetlerimize zeval vermesin.
Bu duygu ve düşüncelerle siz kıymetli vatandaşlarımı, değerli basın mensuplarımızı ve arkadaşlarımı sevgiyle, saygıyla selamlıyor, toplantımızın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyor ve cümlenizi Yüce Yaradan'ımıza, Yüce Allah'a emanet ediyorum. Sağ olun, var olun, Allah'a emanet olun.”
Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici, Rize Kongresi'nde konuştu
ÖNCEKİ HABER
Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici, Ekol TV'nin canlı yayın konuğu oldu