Yükleniyor...
17 Aralık 2025 • Büyük Birlik Partisi Genel MerkeziBüyük Birlik Partisi

"DEM'in raporu paçavradan başka bir şey değil"

Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici, düzenlediği basın toplantısında DEM Parti'nin 99 sayfalık sözde raporunu "paçavra" olarak nitelendirdi ve Büyük Birlik Partimiz ve milletimiz nezdimizde bir değerinin olmadığının altını çizdi. Sayın Genel Başkanımız, parti binalarına Türk bayrağı dışında asılan bayraklara tepki göstererek, "Ya benim bayrağımı kabul edersin ya da hangi bayrağın özlemini çekiyorsan defolur oraya gidersin." dedi. ''DEM'in raporu paçavradan başka bir şey değil''

Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici'nin gündemi değerlendirdiği basın toplantısındaki konuşması şu şekilde:

Kıymetli basın mensupları, değerli dava arkadaşlarım, kıymetli vatandaşlarım; öncelikle cümlenizi sevgiyle, saygıyla, hürmetle, muhabbetle selamlıyor; bir haftalık olan basın toplantımızın daha hayırlara vesile olmasını Cenabıhak'tan niyaz ediyor; hoş geldiniz, şeref verdiniz, diyorum.

TERÖRSÜZ TÜRKİYE

Kıymetli basın mensupları, değerli vatandaşlarım; bir yıla yakın bir süredir ülkemizde, Türkiye'de ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde "Terörsüz Türkiye" adı verilen bir süreç yönetiliyor. Daha sonra Mecliste kurulan komisyona, bu sürecin ismi PKK'nın siyasi uzantısı DEM tarafından kabul görmediği için "Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu" ismi verildi. Komisyon, dinlemeleri, görüşmeleri tamamladığını açıkladı ve komisyona üye veren partilerin raporlarını sunmasından sonra da bir değerlendirme yapılacağı ifade edildi.

Komisyona rapor sunan ilk partilerden birisi de PKK'nın siyasi uzantısı. Aslında çoktan kapatmayı hak etmiş fakat sürecin hatırına hâlâ açık bulunan PKK'nın siyasi uzantısı DEM Parti de bir rapor sundu. Tabii çok pervasız, hadsiz, siyasi bölücülüğü esas alan; devletin varlığına, ülkenin bütünlüğüne, milletin birliğine ve kardeşliğine dinamit koyacak ifadeler yer alan ya da talepler yer alan bir rapor sundu. Terör örgütü PKK'nın siyasi uzantısı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan bu komisyona hazırladığı raporu teslim etti. 99 sayfalık rapor; terör örgütü, kanlı terör örgütü PKK'nın kurulduğundan bugüne söylediklerinin, iddialarının ve yaptıklarının bir özeti. Yani aslında raporu PKK sundu. Bunu çok açık bir şekilde dile getirmemiz gerekir. Çünkü PKK eşittir DEM'dir. Bunu hiç eksiksiz bir şekilde söyleyelim. Çünkü bu süreç de bunu bize gösterdi. PKK adına da görüşmeleri kim yürüttü? DEM Parti yürüttü. Yani PKK eşittir DEM. Ben onun için geçmişte "PKK kendini feshedecekse DEM'de etmeli" dediğimde zıplamışlardı.

RAPORDA PKK’NIN İŞLEDİĞİ SUÇLAR YOK

Türkiye'yi parçalamak için yıllardır geveleyip durdukları, uyduruk diyalektiğin güncellemeye bile gerek duymadan milletimizin önüne koydukları tekrarından başka bir şey değildir bu rapor. Elbette ki raporun ayrıntılarına şimdilik girmeyeceğim. Çünkü rapor zaten kamuoyunun önünde var. 99 sayfalık ihanet saçmalığına burada tek tek cevap verecek zamanımız da sabrımız da yok. Lakin rapordaki her cümleye milletimizin de bizim de söyleyecek sözümüz, verilecek cevabımız var. Cevap vermeye değer mi? Bence değmez. Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne; devlete, millete, milletimizin ahlaklı, fedakâr, kahraman evlatlarına arka arkaya sıralanmış hakaretler, yalanlar, iftiralar, çarpıtmalar... Hepsi bu raporun içerisinde var. DEM'in komisyona sunduğu rapor; kırk bin kişinin ölümünün, yüz binlerce ailenin dağılmasının, milyonlarca insanın hayatlarının mahvolmasının sorumlusu bir terör örgütü ve onun elebaşının kutsandığı bir paçavradan başka bir şey değil. Raporda PKK'nın işlediği suçlar yok. Neden? Çünkü PKK'nın günahları ve ihanetini herhangi bir rapora sığdırmak mümkün değil.

TERÖRİSTLERE AF ÇIKMASINA EVET DİYOR MUSUNUZ?

Şu soru üzerinden bir kurgu oluşturulmaya çalışılıyor: "Terörün bitmesini istiyor musunuz, ya da istemiyor musunuz?" Kim buna hayır diyebilir? Yürütülen bu sürece hayır diyenler, PKK'nın Türkiye'yi ve milletimizi parçalanma planına itiraz edenler, Türkiye'de terörün devam etmesini isteyenler midir? Peki, şimdi biz de aynı soruyu farklı şekillerde soralım: Türk kimliğinin değiştirilmesine, Türkçe dışında başka bir dille eğitime ve resmî dile evet diyor musunuz? Türkiye'nin bölgelerine, yaşayanların etnik kökenleri esas alınarak özerklik verilmesini istiyor musunuz? Anayasada bulunan Cumhuriyetin temel nitelikleriyle ilgili maddelerin değiştirilmesini istiyor musunuz? PKK mensupları için bir genel af çıkarılmasını destekliyor musunuz? Raporda dayatılmaya çalışılan şekliyle soralım: PKK mensuplarına af çıkmasına, terör örgütü mensuplarının her birinin sosyal güvenlik kapsamına dâhil edilmelerine, her birine iş verilmesine, isimlerinin devletin tüm kayıtlarından silinmesine evet diyor musunuz? Ya da bunları istiyor musunuz?

TÜRK MİLLETİNE BİNLERCE YIL KİMSE DİZ ÇÖKTÜREMEDİ

Türk milletinin, aziz milletimizin cevabını, gerçek taleplerin dile getirilmesinden sonra dinleyeceğiz. Sadece bir kısmı söz konusu raporda yer alan PKK'nın bu taleplerini milletimiz hiçbir zaman ve hiçbir şartta kabul etmeyecektir. Hiçbir güç bunu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve necip Türk milletine dayatamaz. "Şartsız, pazarlıksız, müzakeresiz silah bırakma" diye başlatılan sürecin; bu hâliyle herkes için, hukuk, adalet, demokrasi gibi kavramlar için, Türkiye'nin yargı ve güvenlik müesseseleri için, Güneydoğu Anadolu'da yaşayan ve her şartta devletinin yanında olan vatandaşlarımız için, şehitlerimizin aileleri için, gazilerimiz için, güvenlik kuruluşlarımızın mensupları için ayrı ayrı ağır sonuçları olacaktır. Evelallah hepsiyle baş edeceğiz. Biz buradayız. Büyük Birlik Partililer ve Alperenler burada. Türk milleti de burada. Türk milleti de burada. Türk milletine binlerce yıl hiç kimse diz çöktüremedi. Bunu Sovyetler denedi, İngiltere denedi, şimdi de ABD deniyor. Emperyalist ve Siyonistlerin Orta Doğu'yu yağmalamak için besleyip büyüttüğü bekçi köpeklerinin becerebileceği varsa, onların aklına şaşarım.

DEM’İN RAPORU PAÇAVRADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİL

Onun için PKK'nın siyasi uzantısı DEM'in hazırladığı raporun ne bizim nezdimizde ne de milletimizin nezdinde bir önemi, değeri yoktur. Onun için bu rapor bizce paçavradan başka bir şey değil arkadaşlar. İnanın Türk milletinin hiçbir ferdinin nazarında da bu raporun bir kıymetiharbiyesi yoktur. Kürt’üyle, Türkmen’iyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle bu millet her zaman hainlere karşı çıkmıştır, prim vermemiştir. Ve kırk yıldan fazla bir süredir PKK, daha önceki dönemlerde diğer isyanlar ya da ayaklanmalar, yine Kürt'le Türk'ün arasına girememiştir. Kürt'le Türkmen'i karşı karşıya getirememiştir. Bundan sonra da getiremeyecektir. Çünkü özellikle PKK'nın üst kadrosuna, kurucu ve yönetici kadrosuna baktığımızda bunların zaten birçoğu Kürt de değildir. Müslüman hiç değildir. Bu toprakların insanı değildir bunlar. Bu toprakların ahlakından, inancından ve kültüründen nasibini almamışlardır. Bunlar sosyalizm tarafından, komünizm tarafından, Marksizm tarafından sömürülmüş kadrolardır. Beyinleri yıkanmış kadrolardır.

TERÖRLE MÜZAKERE EDİLİRSE BU HADSİZLİĞİ, ARSIZLIĞI VE AHLAKSIZLIĞI YAPARLAR

Bunun için Büyük Birlik Partisi olarak başından itibaren ne dediysek onu söylüyoruz: Terörle, teröristle müzakere edilmez. İşte edilirse, getirirler böyle bir raporu Gazi Meclise sunma hadsizliği, arsızlığı ve ahlaksızlığını yaparlar. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve Türk milletine yapılmış bir hakarettir. İbret için, ibret için o raporu okuyanlar görecektir; taleplerinin tamamen siyasi bölücülük olduğunu göreceklerdir.

ANAYASA BİR PAZARLIK BELGESİ DEĞİLDİR

Kıymetli kardeşlerim, burada gündemde olan bir başka konuya da dikkat çekmek istiyorum. Biz Büyük Birlik Partisi olarak kurulduğumuz günden bu tarafa "demokratik, sivil bir anayasa" dedik. Türkiye'nin 82 Darbe Anayasası'ndan kurtulması gerektiğini ifade ettik. Bu manada atılan bütün adımlara, bütün değişikliklere destek verdik. Bundan sonra da vermeye devam edeceğiz. Ama kıymetli kardeşlerim, şu hatırlatmaları da yapmak zorundayız: Anayasa bir pazarlık belgesi değildir ve olamaz, olmamalıdır. Devletin kurucu iradesini, milletin ortak kader anlayışını ve hukuki sürekliliğini güvence altına alan temel bir metindir anayasa. Bu nedenle anayasal düzen; silahların gölgesinde, terörle iltisaklı talepler doğrultusunda veya barış söylemiyle meşrulaştırılmaya çalışılan dayatmalarla değiştirilemez.

BU TALEPLER HUKUKU REHİN ALMA GİRİŞİMİDİR

Hukuk devleti niyet beyanlarına değil, bu taleplerin doğuracağı sonuçlara bakar. Bu talepler, dış güçlerin desteğiyle -en son ABD Ankara Büyükelçisi ve Suriye Temsilcisi Tom Barak'ın "Osmanlı millet sistemi" övgüsü gibi tırnak içinde- bu talepler dış güçlerin desteğiyle Sevr hayallerini diriltme girişiminden başka bir şey değildir. Güçlü üniter devletimizi çok kimlikli federasyona dönüştürme tezgâhından da başka bir şey değil. Bu nedenle silah bırakma karşılığında anayasal ve siyasal taviz talep etmek, hukukla müzakere değil, hukuku rehin almaya yönelik bir girişimdir. Herkes işitsin ki etnik temelli anayasal düzen arayışları asla barış üretmez. Aksine toplumsal bütünlüğü zedeler, devleti ve milleti ayrıştırır. Üniter ulus devlet modeli, farklı kökenlerden gelen vatandaşları eşit yurttaşlık paydasında buluşturan Cumhuriyetimizin temel kazanımıdır. Binaenaleyh devletin dili, yapısı ve egemenliği tartışmaya açıldığında mesele artık demokrasi değil, devletin varlığı meselesidir.

DEVLETİN VARLIĞINI HEDEF ALAN ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNE HAYIR

Türkiye Cumhuriyeti, terörle müzakere eden değil, terörü hukuk içinde tasfiye eden bir devlettir. Hukuk içerisinde ve meşru müdafaa çerçevesinde terörü tasfiye eden bir hukuk devletidir. Bugüne kadarki bizim terörle mücadelemiz hep hukuk içerisinde olmuştur, meşru müdafaa olmuştur. Asla bunun dışına çıkmamıştır. Bu gerçek, hiçbir söylemle ve barış ambalajlı sahte girişimlerle örtülemez. Onun için yeni, demokratik, sivil anayasaya evet; ancak terör örgütü ve siyasi uzantılarının devletin varlığını, ülkenin bütünlüğünü, milletin birliğini, resmî ve eğitim dilimizi ve kimliğimizi esas alan değişikliklere sonuna kadar hayır.

FRANSIZ ANAYASASI’NDA FRANSA VATANDAŞLARI FRANSIZ OLARAK ANILIR

Burada özellikle üstünde durmamız gereken bir başka mesele de dil meselesidir. Güçlü ulus devletlerin hemen hepsinde vatandaşlık tanımı ve resmî dil adı, o ülkeye adını veren büyük kurucu iradeye nispet edilir. Söz gelimi Fransız Anayasası'nda Fransız vatandaşları Fransız olarak, İspanyol Anayasası'nda İspanyol vatandaşları İspanyol olarak adla anılır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının da benzer şekilde Türk ve resmî dilin de Türkçe addedilmesi normal ve en tabii olanıdır.

‘TEK DİL’ İLKEMİZDEN ASLA TAVİZ VERİLEMEZ

Bakın, bugün yeryüzünde 7 bine yakın dil konuşulmaktadır. 7 bin. Bir milyonun üzerinde insanın konuştuğu dil sayısı 2 bin 200’dür. Yani bu 7 bin dilin 2 bin 200’ü bir milyondan fazla kişi tarafından konuşulmaktadır. Bu dillerin de ancak 300 kadarı işlek dil sınıfına girmektedir. Gelelim devlet, dil... 200 egemen devlet vardır. Her devlette yaklaşık bu orana göre 16, 17 çeşit etnik unsur ve konuşulan ana dil vardır. Yani her konuşulan dilin devleti var mıdır? Hayır, yoktur. Yirmide biridir. Bugün teröristler ile ayrılıkçı Kürtçüler ve muhiplerinin, Kürtçenin resmî dil olarak tanınması talebi, romantik, masum bir talep asla değildir. Türkiye'yi iki dilli, iki halklı bir ülke olarak önce fiilen ve sonra da hukuken tescil ettirmek ve zamane Lawrence'ı Tom Barak'ın verdiği sözde istikamette, güçlü üniter devlet yapımızı hedef alanların manivelasından başka bir talep değildir bu. Netice; tek dil ilkemizden asla taviz verilemez.

DEVLET ORTAK KABUL ETMEZ

Bir ülkede anayasal teminata kavuşturulmuş resmî dil, o ülkedeki egemenliğin sembolü, hatta ta kendisidir. Bir ülkede birden fazla dile resmî nitelik kazandırmak; o memlekette birden fazla siyasi otorite, birden fazla egemenlik ihdas etmek ve egemenliğin parçalanmasını meşrulaştırmak demektir. Hâlbuki daha önce de söylemiştik: Nasıl tevhid inancımız şirk, ortak kabul etmezse; işte devlet yönetimimiz de egemenliğimiz de asla ortak kabul etmez. Herkes şunu bilecek: Burası Türkler tarafından kurulmuştur. Türk Devleti'dir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Kürdüyle, Türkmeniyle, Arabıyla, Çerkeziyle, Alevisiyle, Sünnisiyle bu milletin adı Türk milletidir. Bayrağı, rengini şehitlerin kanından alan ay yıldızlı al bayraktır. Bunu kabul eden, bu memlekette birinci sınıf olarak yaşar.

HANGİ BAYRAĞIN ÖZLEMİNİ ÇEKİYORSAN, DEFOLUR ORAYA GİDERSİN

Kabul etmeyenler... Özellikle kime sesleniyorum? Kime sesleniyorum? Parti binalarına Türk bayrağı yerine başta sözde özel bölge bayrakları asanlara, bölücü örgüt bayrakları asanlara sesleniyorum. Burası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Bu şanlı Türk bayrağımızın altında yaşamayı kabul etmiyorsanız, kendinize yediremiyorsanız, başka bayraklar hevesi taşıyorsanız; buyurun o bayrakların dalgalandığı yerlere gidin. Cehennemin dibine kadar gidin! Hatta bu konu onların isteğine de bırakılmamalıdır. Devlet; Türk bayrağı yerine parti binalarına başka parti bayrağı asan, başka bölgelerin ya da grupların bayraklarını kendine bayrak seçenleri oralara göndermelidir. Ya benim bayrağımı kabul edersin, benim devletimin varlığını kabul edersin; ya da hangi bayrağın özlemini çekiyorsan defolur oraya gidersin. Bu kadar net.

HÜKÜMETLER NE ZAMAN MÜZAKERE BAŞLATSA, SAVAŞ KAZANMIŞ KAHRAMAN GİBİ ORTAYA ÇIKIYORLAR

Hâlâ o bayraklar Diyarbakır başta olmak üzere bazı Güneydoğu illerimizdeki sözde parti teşkilatlarının binalarında asılı durmaktadır. Buna müdahale edilmelidir. Buna müsaade edilmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bayrağı bellidir. Bu bayrağın dışında bayrak arayanlar, o bayrak neredeyse oraya defolup gitsinler. İşte bunlar hadsizleşiyor. Düğünlerde hadsizleşiyor, gecelerde hadsizleşiyor, üniversitelerde hadsizleşiyor, yurt dışında hadsizleşiyor. Yani ne zaman devlet ya da hükümetler işte bir müzakere süreci başlattığında, bunlar sanki savaş kazanmış, efendim kahramanlar gibi ortaya çıkıyorlar. Ama iş mücadeleye geldiğinde mağaralara saklanıyorlar. Silahlar sustuğunda meydana çıkıyorlar. Bu kabul edilebilir bir şey değildir. Bunlara asla göz yumulamaz.

YASA DIŞI BAHİS

Kıymetli vatandaşlarım, değerli basın mensupları, değerli kardeşlerim;

Milletimizin başında bir başka bela daha var. En az terör kadar tehlikeli. Bahis; daha da kötüsü yasa dışı bahis. Biz baştan söyleyelim: Yasal olanlara da yasa dışı olanlara da karşıyız. Çok açık belirteyim. Türkiye'nin yasa dışı bahis ve uyuşturucuyla mücadelesi devam ediyor. Evet, ne zamandan beri devam ediyor? Yıllardır. Onlarca yıldır devam ediyor. Artık bu işin de kökü kazınmalıdır. Devletin ve güvenlik güçlerinin buna gücü yeter. Bir irade ortaya konulması gerekmektedir.

Konuya girmeden öncelikle bir prensibi, bir gerçeği ortaya çıkarmak zorundayız ya da ortaya koymak zorundayız. Kumar, bahis; insanlar ve toplumlar için ahlaka dair her değeri tahrip eden bir hastalıktır, kötü bir alışkanlıktır. Devletin; herkesin, her yaştan, her gelir grubundan, her eğitim düzeyinden, her vasıftan insanın kumara bu kadar kolay ve limit tanımadan ulaşabilmesine seyirci kalmasını, herhangi bir tedbir almamasını asla kabul etmiyoruz. Devlet ve hükümet buna gerekli tedbirleri almalıdır.

İNSANLAR İNTİHAR EDİYOR, AİLELER DAĞILIYOR; 150 MİLYAR LİRAYA DEĞER Mİ?

Yasa dışı bahis sadece vergi çerçevesinden bakılabilecek bir konu değildir. Efendim neymiş? Devlet buradan vergi alıyormuş, gelir elde ediyormuş. Ne kadar gelir elde ediyormuş? Tahmini 100 milyar TL'ye bak; dolar demiyorum, 100 milyar TL. 2023 yılı spor bahislerinden 107.2 milyar TL vergi geliri olmuş. Hadi 150 milyar olsun. Ne yapıyor bu? 150 milyar ne yapıyor? 3 milyar Euro. Yani devletin hazinesi eğer buna kaldıysa batsın. Bahisten gelecek gelire kaldıysak batalım. Yani biz bahisten gelecek gelire mi kaldık? Bu gelir karşılığında ne kaybediyoruz? Bu kadar insan ölüyor, intihar ediyor, aileler dağılıyor. Ahlaksızlık, fuhuş, uyuşturucu artıyor. Buna değer mi? 150 milyara değer mi? 150 milyar dediğiniz rakam, bazı dönemlerde üç beş firmadan silinen vergiye karşılık geliyor. Buna değer mi?

TÜRKİYE’NİN DÖRTTE BİRİ BAHİS OYNUYOR

Kaç kişi bugün gündemi meşgul eden bahis dâhil olmak üzere kumar oynuyor diye bakıyoruz. İşte Futbol Federasyonu Başkanı bunun 40 milyon olduğunu açıkladı. "40 milyon kişi bahis oynuyor" diyor. Ama bir başka kaynak bunun 15-20 milyon olduğunu söylüyor. En düşüğü olsun, 15-20 milyon olsun. Bu ne demek ya? Türkiye'nin dörtte biri bahis oynuyor, kumar oynuyor. Ve bunu -sanal bahsi saymıyorum- resmî olarak devlet oynatıyor. Ve bu gelirler hangi kişi ve de örgütler tarafından kontrol ediliyor? Hadi resmî olanlar kontrol ediyor, yasal olmayanlar? Sonra şunu öğrenmeye çalışalım: Kumar yüzünden kaç insanın hayatı mahvoldu? Kaç aile dağıldı? Toplumumuzun değerleri hangi şekilde ve hangi ölçüde tahrip oldu?

ORGANİZE SUÇ ÖRGÜTLERİNİN EN BÜYÜK GELİR KAYNAĞI

Bu konunun sadece bir yönü. Diğer yönüne gelince; Türkiye'de yasa dışı bahis, tıpkı uyuşturucuyla birlikte -uyuşturucu gibi ve uyuşturucuyla birlikte- organize suç örgütlerinin en büyük gelir kaynağı durumuna gelmiştir. Belki devlete 150 milyar gelir gelmektedir ama uyuşturucu baronlarına ya da kumar baronlarına bunun birkaç kat daha fazlası gitmektedir. Bunu engellemeden devletin suçla mücadele edebilmesi de asla mümkün değildir.

Şimdi yasa dışı bahis sitelerine erişim engeli geldi. Bu kadar gecikmiş olmasını da zaten kabul etmiyoruz. Herkes cep telefonu kullanıyor. Hayatı boyunca kumar oynamamış, bahisle, hatta kumara vasıta edilen spor karşılaşmalarıyla hiç ilgisi olmayan vatandaşlarımızın telefonlarına yıllarca milyarlarca kısa mesajlar gönderildi; bahise teşvik eden, bahis oynamasını isteyen... Bu mesajların kimler tarafından gönderildiğini, bu mesajlarda reklamı yapılan bahis sitelerini kuranları, yönetenleri, insanların bahis oynamak için para yatırdığı hesapların sahiplerini tespit etmek, bugünün teknik imkânlarıyla güvenlik ve istihbarat kuruluşlarımız için çok da zor değildir. Evet, bunları tespit etmek mümkündür. O hâlde bunlar tespit edilmelidir. Devlet suçla mücadele etmelidir. Devletin öncelikli görevi budur.

KUMAR, BAHİS, FENA BİR HASTALIKTIR

Evet, cezalar yetersiz. Güvenlik kuruluşlarımızın ya da görevlilerimizin yetkileri de yetersiz. İşte bu yüzden Meclis'in bu konularla ilgili yapacağı düzenlemelere, bu mafya gruplarının dışında -kumar oynayanlar dâhil- hiç kimse itiraz etmeyecek. Bunu da hiç merak etmeyin. Kimsenin buna itirazı olmaz. Satıcılar dışında oynayanlar da dâhil kimsenin buna itirazı olmaz. Bunun bir sonraki adımı, kumar hastalığından milletimizi arındırmak olmalıdır. Tekrar altını çizerek ifade ediyorum: Kumar, bahis; insanlar ve toplumlar için ahlaka dair her değeri tahrip eden kötü, fena bir hastalıktır. Bunun vergilendirilmiş olması, niteliğini ve verdiği zararları hiçbir şekilde değiştirmez. Bu problemi çözmek, devleti yönetenlerin milletimize karşı asil bir sorumluluğudur.

MİLLİ PİYANGO’SU, SPOR TOTO’SU… HER TÜRLÜ BAHİSİ YASAKLAYACAĞIZ

Ve biz Büyük Birlik Partisi olarak söylüyoruz: Yasal, yasa dışı; Millî Piyango'su, efendim Spor Toto'su; her türlü bahsi yasaklayacağımızı buradan ifade ediyoruz. Devlet eliyle sırf vergi alacağız diye kumar oynatılmasını, bahis oynatılmasını, Millî Piyango satışını, Spor Toto, Loto satışını reddettiğimizi de açıkça ifade ediyorum. İşte yılbaşı gelecek. Yine milyonlarca insan bilet alacak. Farzımuhal 100 milyar toplanacak, 10 milyar dağıtılacak. 90 milyar gelir elde edilecek. Kimden ya, kimden? 16 bin 800 alan emekliden, 22 bin 104 alan asgari ücretliden, küçük esnafa... Umut; acaba bana da çıkar mı? Milleti böyle boş hayallerle kandırıp, oyalayıp cebindeki parayı almak yakışmıyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti gibi büyük bir devlete yakışmıyor arkadaşlar.

VERGİ ADİL OLMALI

Evet, başka bir problem. Bakın, biz ne dedik? Türkiye'de ilk önce düzeltilmesi gereken meselelerden birisi de vergi meselesi. Şimdi Meclis'te de bütçe görüşülüyor. Bir; vergi adil olmalı. Nasıl olacak adil vergi? İki; yani nasıl olacak? Çok kazanandan çok, az kazanandan az, kazanmayandan almayacaksın. İşte adaletli vergi bu. Kayıt dışıya müsaade etmeyeceksin. Herkesin vergisini eksiksiz alacaksın. Sistemini öyle kuracaksın.

1,5 TRİLYON LİRA VERGİ ÖDENMEMİŞ! EMEKLİYE VERİN

Şimdi Gelir İdaresi Başkanlığı, devlete 5 milyon liranın üzerinde vergi borcu olan 56 bin 86 mükellefin, 1 trilyon 507 milyar lira ödenmemiş vergi ve cezası bulunduğunu bildirdi. 5 milyon TL'nin üzerinde bir asgari ücretlinin böyle bir vergi borcu olamaz. Onlar zaten peşin kesiliyor. Emeklilerinki de peşin kesiliyor. Devlet memurlarındaki de peşin kesiliyor. Efendim küçük esnaf da bu zamana kadar götürü usulde, kesin peşin alınıyor. Bu borç kimin? Bu borç Türkiye'nin kaymağını yiyen yüzde 20'lik dilim içerisindekiler. Ödemeyenler bunlar. Hem çok kazanıyor, lüks hayat yaşıyor, vergiyi de ödemiyor. Haberde duruma ve rakamlarla ilgili çok sayıda ayrıntı var. Maliye'nin alacakları kabataslak bir hesapla 35 milyar doları aşıyor. Yani bu 1,5 trilyon... Biz diyoruz ya -biraz sonra da söyleyeceğiz- emeklinin bir maaşı buharlaştı, bunu verin. İşte bu rakam onu karşılıyor. Bu vergiyi alıp işte emeklinin maaşının verilmesi gerekiyor.

EKONOMİ BÜYÜYOR. AMA KİME YANSIYOR?

Son beş yılda devletin kurumlarının rakamlarına göre Türkiye'nin millî gelirinde belirgin bir artış var. Türkiye bütün olarak baktığımız zaman zenginleşiyor, büyüyor. Ekonomi büyüyor. Bu zenginleşme toplumun hangi kesimlerine yansıyor diye bakıyoruz. İşte bu problemli alan burada karşımıza çıkıyor. Gelir dağılımında adalet sağlanamıyorsa bir ülkede zenginleşmeden, refahtan, huzurdan ve adaletten bahsedilemez. Toplumun ne kadarı asgari ücretle çalışıyor? Türkiye şartlarında asgari ücret alan bir insanın hayatını idame ettirebilmesi mümkün mü kıymetli arkadaşlarım? Emekli veya dul veya yetim maaşı alanların ne kadarı yoksulluk ya da açlık sınırının altında yaşıyor? Cevap vermemiz gereken sorular, çözmemiz gereken öncelikli problemler bunlardır.

Parlamentoların tarihsel olarak ortaya çıkışı ve varlıklarının temel gerekçesi; kamu gelirlerinin kaynaklardan hangi usul ve esaslar çerçevesinde, ne miktarda toplanacağı ile bu gelirlerin hangi amaçlar doğrultusunda ve nasıl kullanılacağına ilişkin karar alma yetkisinin halk adına temsili organ tarafından kullanılmasıdır. Bütçe ise parlamentonun kamu gelir ve giderleri üzerindeki iradesini fiilen kullandığı mekanizmadır. Sosyal adaleti sağlamak, bütçe hakkı ve yetkisine sahip olduğu için öncelikle yasamanın, yani Türkiye'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevidir. Siyasi şartlar Meclis'in bu görevini, dolayısıyla yetkiden kaynaklanan sorumluluğunu asla değiştirmez. Yani TBMM sorumluluktan kaçamaz ve kaçmamalıdır.

EMEKLİ MAAŞLARI VE ASGARİ ÜCRETLER

Bu bağlamda emekli maaşları ve asgari ücret üzerine de birkaç cümle söylemek istiyorum. Daha önce de ifade ettim, düzelene kadar ifade edeceğim. Emeklilerimiz 2023'te en düşük memur maaşının üçte ikisi kadar ücret alıyorlardı. Bugün bu oran üçte bire düştü. Emeklilerimizin tam bir maaş tutarında kayıpları var. Önce onların hakkının verilmesi gerekiyor. Bir haksızlığı dile getiriyoruz. Söylediklerimize itiraz edenler gerekçe olarak bütçe dengelerini gösteriyorlar. Ben de buradan bir kere daha onlara soruyorum: Bütçe dengesinin bozulmasının tek sebebi emekliler midir? Adaletli olalım ya da adaletli olunuz. Enflasyonun yüzde 50 gerçekleştiği yıl asgari ücrete yüzde 30 zam yapıldı. Asgari ücretlinin geçen yıldan yüzde 20'lik bir hak kaybı var. Bu yıl enflasyon yüzde 30'un üzerinde gerçekleşecek. Dolayısıyla da asgari ücrete yüzde 50 zam yapılmalı ve asgari ücret 33 bin 52 lira olarak ilan edilmelidir.

ASGARİ ÜCRET TESPİT KOMİSYONUNUN YAPISI

Asgari Ücret Tespit Komisyonu ilk toplantısını yaptı. İşçi sendikaları haklı olarak bu toplantıya iştirak etmediler. Gerekçeleri nedir diye baktığımızda; bir, komisyonun yapısına itirazlar var. Çünkü komisyonun yapısında işçilerin söz hakkı çok düşük, karar alma sürecinde bir etkileri yok. Onun için "Niye burada yer alalım?" dediler ve komisyonun yapısının değiştirilmesini istediler. Bir başka husus; komisyonda asgari ücretliyi temsil eden hiç kimse yok. Çünkü sendikalar toplu sözleşmeli çalıştığı için, işçileri -onların işçileri- zaten asgari ücretin çok üstünde maaş alıyor. Mesela kamu işçilerinin ortalama maaşı 60 bin lira. Şimdi onun için ben işçi sendikalarımıza, TÜRK-İŞ'e hak veriyorum. HAK-İŞ de aynı kararı aldı, onlara da hak veriyorum. Sayın Bakanımızın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Vedat Işıkhan hocamızın, işçi sendikalarının bu kararına rağmen gidip onlarla da görüşeceğim demesi de elbette ki büyük bir nezaket. Ama dediğim gibi bu komisyonun yapısının değişmesi gerekiyor ve asgari ücretli temsilcilerinin de o masada olması gerekiyor. Dengeli bir masa... İşçiyle işveren arasında denge olmalı. Masada bu dengenin olmadığı yerde işçilerin lehine maalesef karar çıkması zor oluyor.

SURİYE’DEKİ GELİŞMELER

Kıymetli kardeşlerim, değerli vatandaşlarım; son olarak Suriye'deki gelişmeler var. Bir kere Suriye PKK'sı -şimdiki adı SDG- 10 Mart Mutabakatı'na bir türlü yanaşmıyor. Özerklik istiyor, ayrıcalık istiyor, ayrı bölge istiyor, ayrı üniforma istiyor, "Ayrı silahlarım olsun" diyor. Yani "Irak'ın kuzeyindeki gibi bir yapım olsun" diyor. Tabii ki Suriye Hükûmeti ve Türkiye buna müsaade etmiyor. Ve ne pahasına olursa olsun müsaade edilmemelidir. Gerekirse yeni bir harekât da -yılbaşına kadar eğer SDG yanaşmazsa o mutabakata- harekât da gözden geçirilmeli ve hatta başlatılmalıdır.

Bakın Suriye'de SDG adını kullanan terör örgütü PKK-YPG; Deyrizor'da, Ayn el-Arab kırsalında, Rakka'da, Haseke'de, Halep ili kırsalında sık sık operasyon gerçekleştiriyor, sivilleri alıkoyuyor. Bunların içerisinde Türkmenler var, Araplar var. Dolayısıyla da Suriye Merkezî Hükûmeti ordusunun ya da Türkiye'nin buna seyirci kalması asla ve kata mümkün değildir. Suriye Palmira'da ABD ordusuna yönelik saldırı da adeta SDG'nin varlığını meşrulaştırmaya yönelik bir operasyon ya da provokasyon gibi durmaktadır. Neden? ABD'nin gerekçesi ne? "İşte SDG bizimle birlikte IŞİD'le mücadele ediyor, DAEŞ'le mücadele ediyor." İşte bu saldırı tam da yılbaşı öncesi neyi provoke ediyor? İşte SDG'nin dağıtılmaması için bize göre organize edilmiş bir operasyondur. Neticede IŞİD dediğin de Amerikan yapılanmasıdır, Siyonizm yapılanmasıdır, emperyalizm yapılanmasıdır. Onun için büyük bir aldatmaca, kandırmaca içerisine girmektedirler.

BU HAİNLERİ, YURDUMUZDA BARINDIRMAYIN

Ve bakın sözlerimin içinde söylediğim noktayı bir kere daha görüyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin sözde milletvekilleri burada oturuyorlar. Burada yaşıyorlar. Yazlıkları Bodrum'da. Efendim çocukları Amerika'da. Türkiye'den kazandıkları paralarla okuyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde milletvekilleriler. Buradan maaş alıyorlar. Pasaportları Türkiye Cumhuriyeti Devleti pasaportu. İtibarlarını Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmaktan alıyorlar. Ama Türkiye ile SDG'yi yan yana koyduğunuzda kimi savunuyorlar? SDG'yi savunuyorlar. PKK'yı savunuyorlar. İşte ben de diyorum ki; açıkça Büyük Birlik Partisi'nin Genel Başkanı olarak diyorum ki: Bu hainleri bu yurdumuzda barındırmayın diyorum. Nerenin özlemini çekiyorlarsa, Türkiye'nin karşısında kim var, onun safında duruyorlarsa o saflara katılsınlar. Bunların behemehâl sınır dışı edilmesi gerek. Açık söylüyorum. Millet versin bize bu yetkiyi; bakalım ediliyor mu, edilmiyor mu? El mi yaman, bey mi yaman herkese gösteririz evelallah.

Bu duygu ve düşüncelerle siz kıymetli dava arkadaşlarımızı, misafirlerimizi, bizi sabırla izleyen vatandaşlarımı, aziz kardeşlerimi bir kez daha sevgiyle, saygıyla, hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum. Toplantımızın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Sağ olun, var olun, Allah'a emanet olun diyorum.

PARTİYE KATILIMLAR

Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici, partimize Niğde’den katılımları açıklayarak, temsilen rozet taktı. Aynı zamanda emekli Emniyet mensubu olan Yerli ve Milli Parti İl Başkanı Murat Aktürk’e, Kahramanlar sülalesini temsilen Orhanlı kasabasından Sevrani Kahraman’a ve Yazarlar ve Sanatçılar Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Korkmaz’a rozetlerini Sayın Genel Başkanımız taktı.

Şair ve yazar Hasan Korkmaz, Büyük Birlik Partimizin kurucu lideri, merhum Muhsin Yazıcıoğlu Başkanımız için yazdığı şiiri okudu:

İki bin dokuz’du, yirmi beş Mart'tı,
O acı haberi duyduğum zaman.
Hiç eksilmedi derdim, daha da arttı,
O gizli oyunu sezdiğim zaman.

Tüm uçaklar her tarafı tarıyor,
Beş kişi de dona dona ölüyor.
En sonunda köylü gidip buluyor,
Tam kırk sekiz saat geçtiği zaman.

Çözemedim şu karanlık güçleri,
Muhabirin tane tane sesleri.
Gün geçtikçe ciğerime işledi,
Arada aklıma düştüğü zaman.

Kimler araştırıp kimler sorgular?
Vatanseverlere böyle kurgular.
Bu işi en iyi Mevlâm yargılar,
Bu dünyadan ümidi kestiğin zaman.

Der Çakacıoğlu susmasın dilim,
Seksen altı milyon bir ola gelin.
Güçlü olacak o zaman elin,
Hesap veren değil sorduğun zaman.

Galeri