Genel Başkanımız Sayın Mustafa Destici’nin konuşması şu şekilde:
Kıymetli Bakanım, değerli misafirlerimiz, kıymetli hanımefendiler, kıymetli beyefendiler, değerli dava arkadaşlarım, Alperen kardeşlerim, ekranları başında yahut sosyal medya hesaplarında bizleri takip eden aziz vatandaşlarım, kıymetli kardeşlerim; öncelikle cümlenizi sevgiyle, saygıyla, hürmetle, muhabbetle selamlıyor; hayırlı günler, sağlıklı ömürler diliyorum.
Kıymetli kardeşlerim, değerli dava arkadaşlarım; bugün Denizli 14. Olağan İl Kongremizi gerçekleştiriyoruz. Öncelikle kongremizin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyorum. Bu salonu dolduran siz kıymetli dava arkadaşlarıma, kıymetli misafirlerimize bir kez daha şükranlarımı sunuyor; "Hoş geldiniz, şeref verdiniz." diyorum. 29 Ocak 1993'ten bugüne 33 yıllık bu süre zarfında Denizli'de, partimizde görev yapan tüm arkadaşlarıma şükranlarımı sunuyorum. O gün bizimle olup da bu süre zarfında hayatını kaybeden, ebediyete irtihal eden tüm ağabeylerimize, tüm kardeşlerimize de Allah'tan rahmet diliyorum. Ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun. Biz onlardan razı olduk, Cenab-ı Hak da razı olsun inşallah diyorum.
ÜÇ AYLARIN BAŞLANGICINI TEBRİK EDİYORUM
Kıymetli kardeşlerim, değerli hanımefendiler, değerli beyefendiler; bugün mübarek üç ayların başlangıcı. Bu vesileyle başta salonda bulunan siz kıymetli kardeşlerimiz olmak üzere ülkemizdeki tüm kardeşlerimizi ve İslam dünyasında yaşayan tüm kardeşlerimizi hem sevgiyle, saygıyla, Cenab-ı Hakk'ın selamıyla selamlıyor hem de mübarek üç aylarını tebrik ediyorum. Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi, mağfireti; öncelikle Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin, sonra da onun ümmetinin, İslam âleminin üzerine olsun inşallah diyorum. Cenab-ı Hak bu mübarek üç ayların rahmetinden, bereketinden ve feyzinden istifade eden kullarından eylesin cümlemizi inşallah. Bu mübarek üç ayların idrakinde, şuurunda olanlardan eylesin inşallah diyorum. Ve bu mübarek üç ayları ve bu üç aylar içerisinde yapılacak dualar vesilesiyle de başta Gazzeli kardeşlerimiz olmak üzere; Gazze'den Doğu Türkistan'a, Kırım'dan Balkanlar'dan Myanmar'a kadar bütün bu coğrafyalardaki kardeşlerimizin, dindaşlarımızın ve soydaşlarımızın çektiği zulümlerin de son bulmasına vesile olsun inşallah diyorum. Cenab-ı Hak yar ve yardımcıları olsun inşallah diyorum.
AİLEMİZDE, AHLAKIMIZDA, İNANCIMIZDA ÇÜRÜMELER YAŞIYORUZ
Kıymetli kardeşlerim, değerli dava arkadaşlarım, değerli misafirlerimiz; maalesef aile hayatımızda ve en önemli gücümüz, kazancımız olan ahlakımızda, inancımızda zafiyetlerin yaşandığı, çürümelerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. İl kongrelerimiz vesilesiyle her hafta sonu bir-iki ilimizi ziyaret ediyorum. İşte geçtiğimiz hafta Bursa'daydık, ondan önce Rize'deydik, ondan önce Samsun ve Mardin'deydik, ondan önce Mersin'deydik, ondan önce Çorum'da, Kırşehir'deydik. Haftaya da inşallah Adıyaman'da olacağız, ondan bir hafta sonra Urfa'da olacağız. Bütün illerimizi geziyoruz. Sadece kongre salonlarında kalmıyoruz; işte dün de burada, Denizli'de çarşıda esnafımızla birlikteydik, camide cemaatimizle birlikteydik ve vatandaşlarımızla da konuşuyoruz.
“DİN ELDEN GİTTİ, İMAN CAN ÇEKİŞİYOR”
Rize'de hem esnafımızı ziyaret edip hem de vatandaşlarımızla konuştuğumuzda esnaflık yapan bir hanım kardeşimiz şunu söyledi: "Nasıl işiniz gücünüz?" dediğimizde, "Allah'a şükür, Allah'ın verdiğiyle yetiniyoruz. Bugün kötü olur yarın iyi olur." dedi. "Ama siz bizim çocuklarımızı kurtarın." dedi. "Siz bizim evlatlarımızı kurtarın, aile bozuluyor." dedi. "Çocuklarımızın ahlakı bozuluyor." dedi. O sırada başka bir abla geldi ve bakın Anadolu insanının feraseti, irfanı tek cümleyle her şeyi özetledi. Mikrofona ne dedi biliyor musunuz? "Din elden gitti, iman can çekişiyor." dedi. Yani gerçekten içinde bulunduğumuz durumu çok güzel bir cümleyle özetledi. Bizi var eden, bizi en zor zamanlarımızda kurtaran, kurtuluşa erdiren, muharebelerde zafere ulaştıran şey bizim inancımız, imanımız, dinimiz, kültürümüz, kimliğimiz, Türklüğümüz... Maalesef bunlarla ilgili büyük dejenerasyon var. Onun için evvel emirde sahip çıkmamız gereken çocuklarımızdır, gençlerimizdir. Bunu iyi bir terbiye ile yani Türk-İslam kültürüne uygun bir terbiye ile ve ahlakla yetiştirip geleceğe hazırlama gibi bir yükümlülüğümüz var. Öncelikle dikkat etmemiz ve önemsememiz gereken mesele budur. Onun için Alperen Ocaklarımız bizim için kıymetlidir ve kıymetli olmaya devam edecektir.
BAHİS, KUMAR, UYUŞTURUCU, FUHUŞ…
Maalesef bakın sosyal medyada gördüğümüz görüntüler; son dönemde Türkiye'nin gündeminde olan bahis, uyuşturucu, fuhuş gibi melanetlerin nerelere kadar indiğini görüyoruz. Bakın ben size bazı örnekler vermek istiyorum, bazı istatistikler paylaşmak istiyorum durumun vehameti açısından: Kumara başlama yaşı 5-13 yaş arası; bak 5-13 yaş arası %3,5; 15-24 yaş arası %12; 25-34 yaş arası %28,3; 35 yaş ve üzeri %51. Beş yaşa inmiş kumara başlama; yani bu telefondan, internetten... Şimdi yaş gruplarına göre yasa dışı bahis: 18-24 yaş %15,4'ü sürekli yasa dışı bahis oynuyor. Yasa dışı bahis gençlik sorunumuz olarak karşımızda. 25-34 yaş yüksek oranda yasa dışı bahis oynuyor, büyük kısmı düzenli oynadığını belirtiyor. Yasa dışı bahis, lise mezunları arasında daha yaygın. Küçük esnaf ve vasıfsız iş gücü bahsi kendisine bir umut olarak görüyor, bir para kazanma aracı olarak görüyor ama kaybediyor. O kıskaca, o girdaba giriyor ve sonunda intiharlar ya da aile fecaatleri, en çok da boşanmalar yaşanıyor. Gençler ve orta sınıf için yasa dışı bahis çekici hâle geliyor. İnternet siteleri kumar reklamlarıyla gençlerimizi hedef alıyor. Bakın 1 Ocak 2024 ile 6 Ekim 2025 arası 1.120 operasyon yapılmış; 15,8 milyar TL para ve mal varlığına el konulmuş. Yıllık tahmini Türkiye'den yurt dışına çıkan yasa dışı bahis parası 150 milyar dolar.
YASAL OLANI DA KALDIRILSIN
Bakın biz emeklimize bugün on bin lira zam yapsak emekli maaşımıza —ki yapmamız lazım— ne yapar? Ayda 160 milyar, yılda 1 trilyon 920 milyar yapar. Bu 150 milyar doların karşılığı ne biliyor musunuz? 150 milyar doların karşılığı ne? Bir milyar dolar 42,5; on milyar dolar 425; 150 milyar dolar 6-7 trilyon para yapıyor. Yani bizim bütçemizin neredeyse üçte biri gibi bir rakam yapıyor. Bunlar kabul edilebilir şeyler değil. Onun için biz Büyük Birlik Partisi olarak diyoruz ki: Yasal, yasa dışı; Spor Toto'su, maç bahisleri... Bunların hepsi yasaklansın ve kaldırılsın. Yasal olanı da kaldırılsın. Baktık bu yasal bahisten Türkiye'ye ne kadar bütçeye para geliyor, vergi geliyor; 2024 yılı sonu gelen 107 milyar. Hadi bu senede olsun 150 milyar. Ya 150 milyar demek ne demek biliyor musun? Üç milyar dolar, üç milyar! Senin 150 milyar doların gidiyor dışarıya, üç milyar dolardan bahsediyoruz. Dolayısıyla da Türkiye'nin buna ihtiyacı yok. Yani ortada gördüklerimize değer mi ya? Üç milyar dolar için değer mi yani bunlar? Onun için bence toptan kaldırılması gerektiğini çok açık yüreklilikle ifade ediyoruz.
TANINMIŞ İNSANLARIN ÇÜRÜMÜŞLÜK İÇİNDE OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ
Bakın son günlerde Türkiye'nin gündeminde olan tanıdık, bilindik sunucu, haberci, genel yönetmeni, sporcu, kulüp başkanı, bir sürü şey var; iş adamları var. Ortalıkta dolaşan bilgilere, haberlere bakıyorsunuz adeta dudaklarımız uçukluyor ya. Yani bir taraftan ne kadar yozlaşmanın hangi derecelere vardığını görüyoruz, öbür taraftan kimleri kapsadığını görüyoruz. Yani kamuoyunda dindar diyebildiğimiz, millî diyebildiğimiz, efendim dinî değerlere sahip diyebildiğimiz ya da dindar ailelerin yetiştirdiği çocuklar diyebildiğimiz inanılmaz şahısların ne hâlde bir çürümüşlük içinde olduğunu görüyoruz. Ama bunlara da sebebiyet verenin yine bu sistem olduğunu da aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Sistemle ilgili bir problem var, sistem arızalı. Onun için rahmetli Muhsin Başkan —Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun— ne diyordu? "Biz Büyük Birlik Partisini herhangi bir partiye alternatif olarak kurmadık; A partisine ya da B partisine değil, biz sistemi alternatif olarak kurduk." diyordu. Hakikaten bugün o sözü daha iyi anlıyoruz. Sistemde bir problem var, bir arıza var. Dolayısıyla da bizim aslında hep beraber bu sistemi köklü bir şekilde yeniden revize edip değiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
ZORUNLU 12 YIL EĞİTİM, LİSELER VE ÜNİVERSİTELER
Mesela millî eğitim sistemimiz; bu zorunlu 12 yıl... Evet, çocuklarımız okusun, Türkiye'nin okuma seviyesi yükselsin, herkes lise mezunu olsun, hatta herkes üniversite mezunu olsun... Olsun da sonuç ne? Yani ben şahsen ilköğretimden sonra böyle bir zorunluluğu doğru bulmuyorum. Bir eğitimci olarak bunu söylüyorum. Hem ortaöğretimde hem üniversitede öğretmen, akademisyen olarak çalışmış birisi olarak görüyorum. Zorunlu 12 yıl eğitim ne oluyor? Esnaf çırak bulamıyor, sanayici çalıştıracak işçi bulamıyor. Liseyi bitirdiğinde de herkes diyor ki: "Ben masa başı iş isterim." Hele üniversiteyi bitirince hepten "Ben masa başı iş isterim." diyor. Yani mavi gömlekli çalışan bulamıyorsun, hepsi beyaz yakalı. Şu anda işte Denizli'deyiz; sanayicimizin, tekstilcimizin en önemli problemi ne? İşte işçi, emek gücü... Bunu bulamıyor. Bunu bulamayınca da maalesef tabii ki başka sıkıntılar da var ama bunu bulamadığı zaman tezgâh çalışmıyor. Onun için ben şahsen bu 12 yıllık zorunlu eğitimin değişmesini, revize edilmesini, meslek liselerine yönelişin artırılmasını, Anadolu liselerimizin önemli bir kısmının teknik liseye dönüştürülmesini, hatta teknoloji liseleri kurulmasını ve üniversitelerimizin de bu kadar fazla sayıda üniversiteye gerek olmadığını, artık yeter olduğunu ve üniversitelerimizin de önemli bir kısmının yine teknik ve teknoloji üniversitelerine dönüştürülmesini savunuyorum.
Evet, çağrımız İslam'da dirilişedir. Çok güzel, tebrik ediyorum. Allah razı olsun. Her ile üniversite açtık, çok güzel; ama maalesef bunları kontrol edemedik. Kontrol edemedik. Bugün biraz önce bahsettiğim bu ahlaki sıkıntılarımızla ilgili, bu inanç noktasındaki sıkıntılarımızla ilgili öz kültürümüzün yozlaşmasında, şehirlerimizin maalesef kültüründen, inancından, ahlakından koparılmasında kontrol edemediğimiz üniversitelerimizin ve o şehirlere gönderdiğimiz gençlerimizin maalesef belli tuzaklara düşmesini engelleyemedik. Ve bunun sonucunda da maalesef bugünkü tabloyla karşı karşıyayız. Onun için iyi bir muhasebe yapmak zorundayız, iyi bir değerlendirme yapmak zorundayız ve gerekiyorsa her şeyi sil baştan yapıp ailemizi, çocuğumuzu, gencimizi, kadınımızı her türlü kötülükten, şerden korumak zorundayız.
AİLE YILI’NIN PRATİĞE GEÇMESİ LAZIM
Bir millet, bir topluluk inancını, kimliğini, ahlakını kaybederse varlığını sürdüremez. Tıpkı demografik yapıyı kaybettiğinde varlığını sürdüremeyeceği gibi... Varlığını sürdüremez. Onun için bu senenin Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından "Aile Yılı" ilan edilmesini, Aile Bakanlığımızın ve diğer bağlı kuruluşlarımızın ya da ilgili bakanlıklarımızın bu konuda yaptığı çalışmaları kıymetli ve önemli buluyoruz. Ama maalesef bunların önemli bir kısmının teoride kaldığını, kavramlarda kaldığını, şöyle sayfalarda kaldığını, metinlerde kaldığını ama pratiğe geçmediğini görüyoruz. Asıl olan pratiğe geçmesidir. Yani eğer bir yılı "Aile Yılı" ilan etmişsek bekleriz ki o yılda evlilikler çoğalsın, boşanmalar azalsın, çocuk sayısı artsın, eksilmesin. Ama Aile Yılı'nda bile evlilikler artmıyor azalıyorsa, boşanmalar azalmıyor artıyorsa, çocuk sayısı artmıyor düşüyorsa o zaman burada bir problem var, büyük bir problem var demektir. Onun için hepimizin gereğini yapması gerekiyor.
TÜRKLER AZINLIK OLSUN İSTİYORLAR
Bakın biraz önce söyledim; bizi var edecek olan evet inancımız, ahlakımız, kimliğimiz ama aynı zamanda neslimizdir. Neslinizi koruyamazsanız geleceğinizi koruyamazsınız. Bununla ilgili gittiğim her yerde konuşuyorum. Çarpıtanlar oluyor, farklı yere çekenler oluyor; onlara hiç aldırış etmiyorum. Onların tıynetini biliyorum. Onlar çünkü istiyorlar ki Türkiye'de Türkler azınlık olsun. Onlar Türkiye'de Türkler azınlık olsun istiyorlar. Onlar Türkiye'de inançlılar, Müslümanlar azınlık olsun istiyorlar. Onlar gençlerimiz arasında ateizm artsın istiyorlar, deizm artsın istiyorlar. Evlilikler olmasın, evlilik dışı yaşamlar olsun istiyorlar. Çocuklu aileler istemiyorlar. Neden? Hem Türk hem İslam düşmanılar. Açıkça söylüyorum: Evliliğe karşı olanlar, çocuk artmasına karşı olanlar, bunu savunanları eleştirenler açıkça söylüyorum Türklüğe ve İslam'a karşı olanlardır.
HANELERİMİZ ARTIK 4 KİŞİ DEĞİL
Bakın bunu ben söylemiyorum, bunu dünya uluslararası kuruluşlar söylüyor. 2017-2024 arası rapor: Nüfusu en hızlı azalan 7 ülkeden birisiyiz, 5. sıradayız. 2017'de 2,8'miş; 2024 yılı sonu Türkiye 1,51. Bu 2024 sonu; 2025 sonu 1,40 tahmin ediliyor, daha da düştü. Biz bunu söylüyoruz. Şu anda Türkiye'de dört kişilik bir aile yok. Haneler artık ortalama üç buçuk kişi. Yani yirmi altı milyon civarında hane var Türkiye'de; işte çarparsanız üç, üç buçuk... Dört kişi değil artık hanelerimiz. Bakın size hayret edeceğiniz bir tablo daha göstereceğim: Yukarıdaki harita 2017, aşağıdaki harita 2024. Yukarıdaki haritada sadece 3 il var 1,5 altında doğum oranı olan. 2024'te kaç il var? Türkiye'nin 3'te 2'si var. 7 yılda geldiğimiz nokta bu. Bir Urfa var 3 ve 3'ün üzeri; 3 ile 2 arası Güneydoğu Anadolu Bölgesi; 2 ile 1,5 arası işte Akdeniz, İç Anadolu'nun alt tarafı ve Doğu Anadolu var. Gerisi tamamen 1,5 ve altı. Tablo bu. Bizim dikkat çektiğimiz tablo bu. Bizim çare bulmamız gereken, hızlı bir şekilde çare bulmamız gereken tablo bu. Eğer çare bulunmazsa, gerekli önlemler alınmazsa, toplum bilinçlendirilmezse biz bakın 2'den 1,5'a düşmüşüz 7 yılda. Yani aile başı yarım çocuk gitmiş. Bir 7 yıl daha gitse bir çocuk gidecek. 10-15 yıl sonra bu rakam yüzde bire inecek. Fransa bizden daha iyi neslini artırıyor, bak Avrupa ülkesi. Şimdi bunun evet geçimle alakası var, istihdamla alakası var; ama tek sebep bu değil. İşte bunu gösteriyor. Efendim bu çocuk sayısına, aileye, evliliğe karşı olanlar hemen bunu söylüyorlar. Açarsanız bazı televizyonları, bazı yazarları hemen bunu söylerler. Öyle değil.
DEVLETİMİZ KİMSEYİ AÇ BIRAKMIYOR
Dün işte burada, Denizli'de çarşıda gezerken bir şeye girdim, kuruyemişçiye. İki genç çalışıyor. "Kaç yaşındasın?" dedim, "Yirmi altı yaşındayım." dedi. "Evli misin?" Evli ve bir de çocuğu var. Maşallah, tebrik ettim. Bir arkadaş daha çalışıyor; "Kaç yaşındasın?" Otuz dört yaşında, evli değil. Aynı yerde çalışıyorlar, aynı parayı alıyorlar. Birisi evlenmiş, çocuğu var; öbürü o evlenenden sekiz yaş daha büyük olmasına rağmen evlenmemiş. Yani dolayısıyla da evet istihdam, aile geçimi bunlar önemli; ama kardeşim bunu tek sebep olarak söyleyemezsiniz. Geçmişten örnek verirsek hepimiz kalabalık aileler bir tas çorbayla beslendik. Ben dokuz kardeşim; dokuz kardeşiz biz, yedi erkek iki kız elhamdülillah. Ha, o günlerle o günlerin şartlarıyla bugünleri kıyaslamıyorum. Ama kardeşim; bir, rızkı veren Allah'tır; biz inananlar için böyledir. İnanmayanlar ne hâli varsa görsün. İki; ya bu ülkede evet fakirlik var, yoksulluk var, gelir dağılımında adaletsizlik var, geliri düşük olanlar var; ama aç kimse yok ki ya! Elhamdülillah devletimiz hiç kimseyi aç bırakmıyor kardeşim. Bunu da söyleyelim yani açıkça. Var mı çevremizde? Vatandaşımız duyarlı, yerel yönetimlerimiz bu konuda çok duyarlı, hükümetimiz duyarlı, hepimiz duyarlıyız. Allah'a şükür ülkemizde efendim işte açlık sınırı rakamları açıklanıyor ya da yoksulluk sınırı... Çok afaki. Efendim yoksulluk sınırı doksan yedi bin liraymış. Ya bu ülkenin zaten yüksek maaşı o seviyelerde. Şimdi buralara girmeyeceğim ama söylemek istediğim şu: Bunun bahanesi olmaz yani bunu söylüyorum. Bunun bahanesi olmaz. Onun için biz evliliği özendirmeliyiz, teşvik etmeliyiz gençlerimize.
ÇALIŞAN KADINLAR İÇİN KREŞ DESTEĞİ İSTENDİ
Çocuk noktasında da kadınlarımız burada işte. Hepsini tekrar saygıyla selamlıyorum. Sizin burada olmanızdan ayrıca büyük mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. Tekrar hoş geldiniz, şeref verdiniz hanım kardeşlerimize. Şimdi hanımların yükü ağır; hele çalışıyorsa daha da ağır, daha da ağır. Hem ev işleri hem çocuk hem iş... Dolayısıyla biz Büyük Birlik Partisi olarak dedik ki: "Kardeşim, bu çalışan kadınlarımızın hayatını kolaylaştıralım ki çocuğa bakacak, çocukla ilgilenecek zamanı olsun."
Ne yapalım? Bir kere çalışan her kadınımıza çocuğunu bırakabileceği bir kreş imkânı verilsin. Bütün kuruluşlarda kreş zorunluluğu olsun. Ha, sayı azsa, yani bir kreşi kaldıramayacak düzeyde ise o zaman da kreş desteği versin devletimiz. Madem kadınlarımızın, ailelerin çocuk yapmasını istiyoruz; bu lafla olmaz, bu verilsin. Ve bugün çocuk başına komik rakamlar veriliyor; bunun en az çocuk başına beş bin lira olması gerekiyor. Artı, kadınlarımızın çalışma hayatı yeniden düzenlenmeli. Daha önce de söylüyorum, bir de Denizli'de söyleyeyim. Çünkü Denizli tam çalışma şehrimiz, yani üreten şehrimiz. Katma değeri yüksek ürünler de üretiyor; tekstil başta olmak üzere güçlü sanayimiz var. Türkiye'nin ihracatına büyük katkı sağlayan bir ilimiz. Onun için Denizli'ye hassaten teşekkür ediyoruz. Sayın Bakanımızın şahsında, onların da burada büyük katkıları var.
KADINLARA ÖZEL MESAİ DÜZENLEMESİ ŞART OLDU
Dolayısıyla da çalışan kadınımız da bu şehrimizde fazla. Ne yapacağız? Kadınlarımız bir saat geç gidecek, sabah bir saat erken çıkacak işten. Evet. Yani sekizde başlıyorsa kadın dokuzda gidecek; altıda bitiyorsa kadın beşte çıkacak. Hafta sonu kadın çalışmayacak. Mesela bayram, arefe günü ya da yılbaşı yarım tatil var; o gün yarım gün tatil olanlarda, izin olanlarda kadınlarımıza tam gün izin verilecek. Bunun gibi pratikte düzenlemeler bekleniyor. Onun için bu düzenlemelerin behemehal yapılması gerekiyor. Evliliğin özendirilmesi gerekiyor. Eşit şartlarda, ehliyet ve liyakatin eşit olduğu durumlarda işe alımlarda evli olanların tercih edilmesi gerekiyor. Evliler içerisinde çocuklu olanların tercih edilmesi gerekiyor ki evliliği ve çocuğu özendirebilelim.
BU TABLO, TÜRK MİLLETİNİ BU COĞRAFYADA YOK OLUŞA GÖTÜRÜYOR
Bazıları diyor ki: "Bu işte anayasaya aykırı ya da yasalara aykırı." Kardeşim, neticede anayasayı da bu Meclis yapıyor yasalarla. Bir düzenleme gerekiyorsa düzenleme yapılabilir. Ha, ben bunu harfi harfine, kelime kelimesine böyle olsun zaten demiyoruz. Bu bir ortak akılla oluşturulacak bir şey. Ama biz bir işaret fişeği yakıyoruz, atıyoruz. Yani bu işin üstüne eğilirsin. Bu işle ilgili komisyonlar kurulsun, bu işle ilgili çalışmalar yapılsın ve bir an önce de bu iş hayata geçirilsin istiyoruz. Çünkü neden? Çünkü bu tablo bizi felakete götürüyor; yani Türk milletini bu coğrafyada yok oluşa götürüyor.
ASGARİ ÜCRET TEKLİFİ YÜZDE ELLİ OLARAK BELİRLENDİ
Şimdi kıymetli kardeşlerim, değerli vatandaşlarım; Denizli'deyiz. Sordum arkadaşlara: "Denizli'mizin durumu nasıl? İnsanlarımızın durumu nasıl?" En çok ekonomiyle ilgili şikâyetler var. Hem sanayicimizin serzenişi var hem işçimizin serzenişi var hem esnafımızın serzenişi var. Diyorlar ki: "Ekonomik durgunluk tüm Türkiye'de olduğu gibi Denizli'de de bizi de vurdu." Esnafın satışları ciddi şekilde düştü. Kira, elektrik, doğal gaz ve personel maliyetleri yükseldi. Bunlar karşılanmakta zorluk çekiliyor. Çok sayıda küçük işletme maalesef büyük bir sıkıntıda ve can çekişiyor. Özellikle tekstil sektöründe siparişlerde ciddi azalma oldu. İhracatta artan maliyetler ve kur baskısı var. Atölyeler kapanıyor, işten çıkarmalar artıyor. İşsizlik ve geçim sıkıntısı, genç işsizliğin yükseldiğini, asgari ücretli geçimin zorlaştığını...
Bakın, asgari ücret demişken; ben herkes bir rakam söylüyor, biz de bir rakam söyledik. Biz asgari ücretle ilgili de emekliyle ilgili de rakam söylerken ya da bir teklifte bulunurken bunu popülist bir yaklaşımla söylemiyoruz, temellendirerek söylüyoruz. Ben zaten felsefe eğitimi almış birisiyim. Felsefeci hiçbir görüşünü temellendirmeden, gerekçelendirmeden söylemez. Niye biz "asgari ücret yüzde elli artmalı" diyoruz? Şundan dolayı söylüyoruz; sanayicinin ya da işverenin beklentisini de biliyoruz. 2024 yılı enflasyonu yüzde kırk beş, kırk altı çıktı. Yüzde üç değerlendirme payıyla beraber bu kırk sekiz, kırk dokuzu buluyor. Ama o zaman bütün işçi, memur, kamu işçisi, memur, emekli tamamı bu oranı aldılar. Yılda iki kere zamla aldılar, yani yüzde kırk beş zammını aldılar. Ama asgari ücretliye yüzde otuz verildi. Yani asgari ücretlinin orada bir on sekiz, on dokuz alacağı kaldı yüzde olarak. E şimdi de 2025 yılı enflasyonu yüzde otuz bir küsur bekleniyor. İkisini topladığınızda bu yüzde elli ediyor. Yani bizim "yüzde elli" dememizdeki sebep bu. Bu da neye tekabül ediyor? Tam efendim, 22 bin 104 lira şu anda asgari ücret. Bunun tam yüzde ellisini aldığınızda 33 bin 52 lira ediyor. Bizim Büyük Birlik Partisi olarak asgari ücret teklifimiz budur.
EKONOMİDE FAİZ SARMALI SONA ERDİRİLDİ
Şimdi ama ben biliyorum; işveren yüzde yirmi beş teklif ediyor, "yüzde yirmi beş artsın" diyor. İşçi bizim istediğimiz rakamlar seviyesinde masada olmamasına rağmen Sayın Bakanımızın ziyaretinde bizim dillendirdiğimiz rakamları dillendiriyor. Hükûmet henüz burada karar vermiş değil. Ben hükûmetin işverenin şu teklifine razı olmamasını istiyorum. İşveren diyor ki: "Ya bu sene seçim yok." diyor, "Seneye de yok." diyor. Dolayısıyla hükûmete "Sizi" diyor, "zora sokacak bir şey yok." diyor. Dolayısıyla da "Bu sene düşük verin, bizi fazla zorlamayın, biz de zordayız. Efendim, seçim yılında verirsiniz." diyor. Bence hükûmet işverenin bu tuzağına düşmemelidir ve işçinin hakkını vermelidir. Evet, işverenimizi de başka noktalardan desteklemelidir. Bana göre kuru bu kadar baskılamanın bir anlamı yoktur; yani kur en azından enflasyon oranında yükselmelidir. Çünkü bu bizim ihracatımıza da büyük zarar vermektedir. Yani maliyemizin başında, ekonomimizin başında ekonomistler ve maliyeciler var dünya çapında. E bu işi de onların düzenlemesi lazım. Bu işin başına geçtilerse, dümenine geçtilerse bunu düzenleyecekler kardeşim. Bunu düzenlemeyi de halktan kimse beklemesin. Yetki kime verildiyse, kim işin başındaysa o düzenleyecek.
KREDİ FAİZLERİ
Ya birisi bize izah etsin; bu ülkede yıllık enflasyon otuz bir, hâlâ benim sanayicim, işverenim, tüccarım neredeyse yüzde kırk beş faizle kredi alıyor ya! Arada on beş puan fark var kardeşim. Bunu biri bize izah etsin. Bu nasıl oluyor ya? Enflasyon otuz, Merkez Bankasının açıkladığı faiz oranı belli ama normal uygulamaya gidiyorsun, en düşüğü yüzde kırkın üzerinde. Esas bizim sanayicimizi, tüccarımızı, esnafımızı zorlayan, belini büken bu yüksek faizdir, kredi faizleridir. Bunların düzenlenmesi gerekmektedir. Bunu düzenleyecek olan da ekonominin ve maliyenin başındakilerdir. Onlar "ehliyetli ve liyakatli" diyerek o işlerin başına getirilmişlerdir; düzenlemeleri gerekmektedir. Bu sarmaldan Türkiye'yi kurtaracaklar. Sanayicimizin, esnafımızın, tüccarımızın kazandığının neredeyse %70-80'i faize gitmektedir. Türkiye ekonomisine, bütçeye bakıyorsunuz; mesela bütçeden faize giden oran 2 trilyon 700 milyar. Çok yüksek bir rakam. Ama orana göre bakıyorsunuz %27. Ama gidin bir esnafın, bir sanayicinin bankadan aldığı kredi faizine bakın; ortalaması yüzde kırkın altında değildir, kırk beşin altında değildir. Onun için buraların düzenlenmesi gerekmektedir.
TARIMDA PLANLAMA DÖNEMİ BAŞLADI
Kısmen tarım yapan bir kardeşinizim. Evet, son yıllarda ürün para yapıyor ama maliyetlerin giderek yükseldiğini ve kuraklıklar vesilesiyle su sıkıntısının büyük oranlara ulaştığını hepimiz görüyoruz. Onun için burada da en önemli şeyin planlama olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum. Maalesef hâlâ taban fiyat açıklanmayan ürünlerde; patates, soğan başta olmak üzere planlama yapılamadığı için, daha doğrusu burada inisiyatif çiftçiye, üreticiye bırakıldığı için maalesef üreticilerimizin önemli bir kısmı burada zarar etmektedir. Yani 4 liraya mal ettiği patatesi 5 liraya dahi satamamaktadır ama aynı patates pazarda 20 liraya satılmaktadır. İşte terslik buradadır. Ya da işte narenciyeye baktığımızda aynı şeyi görüyoruz; bahçeden tarladan beş liraya çıkan mandalinanın ya da portakalın pazarda otuz, markette elli-altmış liraya satıldığını görüyoruz. Ya on kat fiyat olur mu arkadaşlar ya, on kat! Bunun ortalaması var, dünya ortalaması var: Üç kat. Bunun Avrupa, dünya ortalaması üç kat; yani tarladan çıkış fiyatı, pazarda markette satış fiyatı. Bizde bazı ürünlerde on kat. Sayın Bakanımız bunları bizden iyi biliyor; Ticaret ve Ekonomi Bakanlığı yaptı, bu işlere vakıf. Kendisi de çok uğraştı bu işlerle ama burada artık buna bir "Dur!" denmesi gerekiyor. Tıpkı sahte ürünlerle gıda, yiyecek ürünlerine "Dur!" denmesi gerektiği gibi...
HAL YASASININ ÇIKMASI GEREKİYOR
Bunun da çaresi nedir? Bize göre şu Hal Yasası'nın bir an önce çıkması gerekiyor. Tek başına Hal Yasası çıkması yeter mi? Yetmez. Her hâlde Tarım Bakanlığımızın ya Tarım Kredi Kooperatif şubesi ya da başka bir kuruluşunun şubesi olup halleri de denetlemesi gerekmektedir. Yani üretici üretiyor, kazanamıyor; tüketici en pahalısından tüketiyor. Bütün dünya içinde belki de en pahalılar arasında tüketiyoruz. Arada kazanan aracılar oluyor. Buna son vermeli; üretici hakkını almalı, tüketici de yüksek fiyatla ürün almak zorunda bırakılmamalıdır. Bu hayat pahalılığının en önemli sebebi budur. Bunun faturası da kime çıkıyor? Hükûmete çıkıyor, Cumhur İttifakı'na çıkıyor. Onun için niye vatandaş faturayı bize çıkarsın, hükûmetimize çıkarsın kardeşim? Bu işin müsebbibi kimse; burada soyguncu kimse, burada kalpazan kimse, burada vurguncu kimse onun boynu vurulması gerekir. Sorumlusu o. Yani boynu vurulmasından kastımız; hak ettiği cezayı onun alması gerekir ve bu cezalar da cidden caydırıcı cezalar olmalıdır, hapis cezasına kadar bu iş gitmelidir.
DENİZLİ’DE YEREL YÖNETİM ZAFİYETİ YAŞANDI
Değerli kardeşlerim; işte bütün bu sıkıntılardan Denizli'miz de nasibini alıyor. Ege'mizin, Türkiye'mizin parlayan yıldızı şehirlerimizden Denizli maalesef son yıllarda ekonomik bir sıkıntı yaşıyor. Ha, bu aşılabilir mi? Aşılabilir. Denizli'nin bu tecrübesi var; sanayicisinin de siyasetçisinin de bürokratının da bu tecrübesi var. Tabii bize gelen şikâyetler arasında özellikle bu son dönemde, Cumhur İttifakı'mızın belediyeyi kaybından sonra özellikle şehir içi trafiğinde büyük problemler yaşandı. Toplu taşımanın yetersiz kaldığı ve bunun üstüne bir de çok pahalı olduğu; ilçelerin bağlantı yollarının bir türlü istenen düzeyde yenilenmediği haklı olarak vatandaşlarımız tarafından ifade ediliyor. Deprem riski ve kentsel dönüşüm... Eski binaların risk taşıdığı, kentsel dönüşümün yavaş ilerlediği ve vatandaşın burada maliyetleri ödemekte zorlandığı bir gerçek. Sağlık hizmetleriyle ilgili yine, gençlerimiz için sosyal alanlarla ilgili yine serzenişler var. İşsizlik ve geçim sıkıntısı; genç işsizliğin Denizli'de de yüksek olduğu, asgari ücretli geçimin zorlaştığı, nitelikli gençlerimizin Denizli dışına çıkma arzusu içinde olduğu bize gelen, ulaşan şikâyetler arasında. Bunu çözecek olan da yine siyasettir. Merkezî hükûmetimiz başta olmak üzere elbette ki yerel yönetime de düşen vazifeler vardır. Maalesef burada yerel yönetimde büyük zafiyet gözükmektedir. İnşallah önümüzdeki seçimlerde, önce genel seçimlerde yine Cumhur İttifakı'mız büyük bir başarı yakalayacak; yerel seçimlerle de bunu hep birlikte taçlandıracaktır.
EMEKLİ MAAŞLARI ÜÇTE İKİ SEVİYESİNE ÇIKTI
Kıymetli kardeşlerim, değerli vatandaşlarım; bu salonda da ve Denizli'mizde de yüksek sayıda emeklimiz var. Çünkü Denizli aynı zamanda bir sanayi şehri olduğu için hem çalışan fazla hem emekli fazla. Şimdi emeklilerimize de bir parantez açmak istiyorum. Nasıl biraz önce asgari ücretle ilgili temellendirerek, gerekçesini ortaya koyarak bir rakam ifade etmişsek aynı şey emeklimiz için de geçerli. Bakın 2023 Ocak ayına gidelim; 2023 Ocağı... En düşük emekli maaşı kaç lira olmuştu? 7.500. En düşük memur maaşı ne kadardı? 11 bin. En düşük kamu işçisi maaşı ne kadardı? 11-12 bin seviyesinde. Yani en düşük emekli maaşı; en düşük kamu memur ve kamu işçi maaşının üçte ikisiydi. Yani çalışan memur ve işçi 3 lira alıyordu, emekli 2 lira alıyordu.
Bugüne gelelim; en düşük emekli maaşı 16 bin 800, en düşük memur maaşı 50 bin, en düşük kamu işçisi maaşı 60 bin seviyesinde. Yani memura göre en düşük emekli maaşı üçte ikiden üçte bire düşmüş; kamu işçisine göre ise neredeyse dörtte bire düşmüş. Şimdi burada bir adaletsizlik yok mu? Burada emekliler aleyhine bir durum söz konusu değil mi? Evet, söz konusu. Onun için biz diyoruz ki: "Bu adaletsizlik hızlı bir şekilde ortadan kaldırılsın ve yine bu seviyeye getirilsin, üçte iki seviyesine getirilsin." diyoruz. O da ne ediyor? O da en düşük emekli maaşının 30 binin üzerine çıkması gerekiyor. Biraz önce rakamı verdim; 10 bin lira yaptığınızda 1 trilyon 920 milyar... Bunu Türkiye karşılayabilir mi? Karşılayabilir. Belli bir süre acil olmayan altyapı-üstyapılar ertelenebilir. Şimdi gidiyorsunuz, olur olmaz her şehirde büyük statlar yapılmış; üç yüz, beş yüz milyon paralar harcanmış. Bazı yerlere gidiyorsunuz bir tünel üstüne iki tünel, üç tünel... Efendim, bir sürü böyle şey sayabiliriz.
YATIRIMLAR ADALETLİ DAĞITILSIN
Asıl bu Ege Bölgesi'nin yolları yapılması lazım, burada tüneller yapılması lazım. Mesela Denizli-Muğla arası... Mesela burası... Ben geçmiş dönemdeki Ulaştırma Bakanlarımıza da söyledim. Dedim ki bir uçak seyahatimizde: "Nüfussa nüfus bu bölgede, Ege Bölgesi'nde. Turistse turist de bu bölgeye geliyor yabancı. Dolayısıyla da sen Doğu Anadolu Bölgesi'ne, efendim Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne ya da bizim işte bakanlar genelde hep Karadeniz Bölgesi'nden oluyor biliyorsunuz; Karadeniz Bölgesi'ne yaptıkça yapıyorsun, yaptıkça yapıyorsun maşallah. Kardeşim, burası da bu memleketin nüfus yoğunluğunun olduğu ve en çok turistin, yani yabancının ağırlandığı bölgemiz. Yani bana göre öncelikle yol nüfusun yoğun olduğu yere, tünel buraya... Yani yatırımlar adaletli dağıtılsın istiyoruz adaletli, adaletli! Ve bu bölgeye öncelik verilmeli."
Maalesef bu bölgemiz buralarda da... Diğer bölgelerimizle kıyasladığımızda... Ya Doğu'ya, Güneydoğu'ya gidiyorsunuz, biraz sonra kısa da olsa değineceğim... Ya ben İç Anadolu Eskişehir'in, efendim işte Sivrihisar Günyüzü ilçesinin evladıyım. Benim ilçem Ankara'ya 105 kilometre. Ya yemin ediyorum Mardin'in, Diyarbakır'ın, Hakkâri'ın, Şırnak'ın yolları yok bizde, yok! Ya şu Ankara-Kırıkkale arası ya... Türkiye'deki en böyle —her yere gidiyorum biliyorsunuz, çoğunda arabayla gidiyoruz— en çok rahatsızlık veren yollardan bir tanesi: Ankara-Kırıkkale, hemen dibi dibi! Ama git Şırnak-Cizre arası böyle otoban; Mardin-Adıyaman arası öyle; efendim Yüksekova-Şırnak arası öyle... Hepsine gittim, hepsini gördüm. O gün Bayburt-Gümüşhane'den geliyorsun Trabzon'a, Rize'ye üç tane tünel var. Yani bir tane değil, iki tane değil, üç tane! Üç tane tünel yap... Bir tanesi yetmiyor, üç tane tünel yapılmış. Yani bu yatırımların adaletli dağıtılması gerekiyor. Ama sorsan oradaki hainlere, bölücülere; hâlâ "Bize bir şey yapılmıyor." derler. Çünkü onların niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.
TERÖRLE MÜCADELEDE KARARLI DURUŞ
Kıymetli kardeşlerim, kıymetli dava arkadaşlarım; şimdi son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Bakın, bir "Terörsüz Türkiye" süreci var. Mecliste bununla ilgili bir komisyon kuruldu. Kim istemez ki terör bitsin, teröristler silah bıraksın, kendini feshetsin? Hepimiz bunu istiyoruz; hepimizin arzusu bu, niyeti bu. Daha önce de bu ve buna benzer süreçler denendi ama her defasında bu hainler Türkiye'ye, Türk milletine; bu vatanın Kürt'üyle, Türkmeniyle, Alevisiyle, Sünnisiyle insanlarına ihanet ettiler ve ihanetlerine devam ediyorlar. Onun için biz başından itibaren şunu söyledik: Evet, biz devletimize güveniyoruz, hükûmetimize güveniyoruz, Cumhur İttifakı'mıza güveniyoruz; ama biz karşımızdaki bu hainlere güvenmiyoruz. Neden? Çünkü bunların kendi iradeleri yok; bunların tasması Amerika'nın, emperyalistlerin ve siyonistlerin elinde. İmralı Canisi'nin de sözü geçmez, bak açıkça söyleyeyim, bak geçmediğini görüyoruz. Nerede görüyoruz? "Silah bırakılacak." dendi; bırakıldı mı? Hayır. 25-30 göstermelik silah yakıldı, kendileri de ifade ediyor zaten. Onlar tasmasını ellerinde tuttuğu sürece bunlar onların dediğini yapar; Apo'nun dediğini yapmaz, DEM'in dediğini yapmaz. Zaten DEM'li dediğiniz kim? Onlar da PKK'lı.
O PARTİLERİN KAPATILMASI, O TABELALARIN SÖKÜLMESİ, O BAYRAKLARIN İNDİRİLMESİ LAZIM
Bak, bir kere daha söylüyorum; ya bir kere bunlar Türkiye'nin partisi olsalar il ve ilçe örgütlerinde Türk bayrağı olur, şu ay yıldızlı al bayrağımız olur. Var mı? Yok, hiçbirinde yok. Ya bu bayrağı asamayanlarla biz nasıl birlik olacağız? Diyarbakır'da ya da o bölgede gidiyorsun partiler var; Kürt adları, Kürdistan tabelaları asmışlar. Bayrakları, o sözde bölgenin bayrakları var, PKK bayrakları var ama Türk bayrağı yok. Ya bunlar Türkiye partisi... Bunların da behemehal kapatılması lazım ve o tabelaların, o sözde bayrakların indirilmesi lazım. Bunlara müsaade edilmemesi lazım. Bakın siyasi partiler raporlarını sundular. Açıkça AK Parti'yi tebrik ediyorum raporundan dolayı; başından itibaren söylenenin arkasında durdu. Ne diyor? "Kardeşim, tümüyle silah bırakmadan, tüm unsurlarıyla kendini feshetmeden yasal bir adım atılamaz." diyor. Çok doğru, alkışlanacak bir duruş; bunu ifade ediyorum. Sadece Türkiye'deki ya da Irak'taki yetmez diyor; Suriye'deki de bırakacak, kendini feshedecek, Avrupa da kendini feshedecek diyor. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız da söylüyor; Genelkurmay Başkanımız, Savunma Bakanımız da söylüyor, sözcüler de söylüyor ve bunun arkasında duruluyor. Bizim de tam vurgulamak istediğimiz budur. Kardeşim silahı bıraksın, kendini feshetsin; ondan sonra gelsin konuşuruz. O başka bir şey söyler, ben başka bir şey söylerim, öbür parti başka bir şey söyler. Ama buna Meclis karar verir; anayasaya, yasaya millet karar verir. Ama söyleyebilir, kendini ifade edebilir.
EY HAİN, EY BÖLÜCÜ! BUNUN KUZEYİ NERESİ?
Zaten biz kurulduğumuzdan beri ne diyoruz Büyük Birlik Partisi olarak? Kardeşim, bizim kırmızı çizgimiz terör ve şiddettir. Terör ve şiddete bulaşmadan, onu yöntem olarak seçmeden herkes fikrini, düşüncesini söyleyebilir. O diyebilir ki: "Efendim eğitim dili olsun, efendim özerklik olsun..."; efendim başka şeyler söyleyebilir. Ben de başka şeyler söylerim, Sayın Bakanımız başka şey söyler, öbür parti başka bir şey söyler. Fikrini herkes söyleyebilir, düşüncesini söyleyebilir; biz buna bir şey söylemiyoruz. Ama önemli olan nedir? Silahların bırakılmasıdır, silahların bırakılmasıdır. Dolayısıyla da bu silahların bırakılmadığını görüyoruz. Bakın, Suriye'nin kuzeyi bu işin mihenk taşıdır. E şimdi bakıyorsun oradan gelen açıklamaya; en son dün, öbür gün oradaki terörist elebaşlarından Mazlum Abdi'nin yaptığı açıklamaya bakıyorsun. Ne diyor? Diyor ki: "2026'nın bizim bitiş yılımız olacağını söylüyor düşmanlarımız, hasımlarımız; tam tersine diyor, 2026 yılı bizim diyor dört bölgenin birleşimiyle büyük Kürdistan hayaline kavuşacağımız yıl olacak." diyor. Sırrı Sakık ne dedi? Irak'ın kuzeyindeki yapıyla ilgili "Güney Kürdistan" dedi. E bunun kuzeyi neresi? Ey hain, ey bölücü; bunun kuzeyi neresi? Kuzeyinden kastığı yer, kastettiği yer benim Güneydoğu Anadolu Bölgem. İşte bunlar böyle hain; yani niyetleri bu. Arkadaşlar, bir kere bunu bilelim, bunu bilelim ve buna göre hareket edelim.
90’LI YILLARIN RUHU NE? ÇATIŞMA, SALDIRI, EYLEM…
Bakın, şimdi aslında idam edilmesi gerekenler, işte idam cezasının kaldırılmasıyla idamdan kurtuldular ve bugün serbest bırakılıp geziyorlar. Ne diyor bir tanesi; ismini zikretmek istemiyorum o katilin, Çetinkaya Katliamı'nın sorumlusu... Onlarca masum insanımız vefat etti; askerimizi, polisimizi şehit ettiler, öğretmenlerimizi... Ne diyor bak tırnak içinde, kullandığı cümle; bunu hem de nerede söylüyor? Her gittikleri yerde kalabalıklar toplayıp bunu konuşturuyorlar. Bir-iki tane var böyle, ellerine mikrofon veriyorlar. Tırnak içinde şöyle söylüyor: "90'lı yılların ruhuna yeniden dönmemiz lazım." diyor. 90'lı yılların ruhu ne? Çatışma, saldırı, eylem... "Kim örgütlenirse o kazanacak." diyor. Geçmişte şiddet ve çatışmayla özdeşleşen bir dönemin yeniden referans alınmasını söylüyor. Yine Çetinkaya Katliamı faillerinden birisi ise, bir terörist ise şöyle söyledi; bak bunu daha birkaç gün önce söylüyor, tırnak içinde: "Biz faşist bir cumhuriyete entegre olmayız." diyor. İfadesi ise süreç sonucunda kurulması planlanan ortak yaşam ve entegrasyon planlarını doğrudan hedef alan sert bir dil içeriyor. Bunlar hâlâ sertliklerine, sert dil kullanmaya devam ediyorlar.
SÖZDE İHANET RAPORU AYAKLAR ALTINA ALINDI
Bakın Suriye'de kabul etmedikleri ne biliyor musunuz? Aslında onların kabul etmediklerini ben de tersinden kabul etmiyorum. Bak neyi kabul etmiyorlar; “önerinin en önemli noktalarından birinin anlaşmanın Şam Hükûmeti'nin ordu veya güvenlik birimlerinden hiçbirinin SDG'nin işgali altındaki kuzeydoğu bölgesine girmesine izin verilmeyeceğini taahhüt edecek olması... Bu da SDG'nin bölge üzerindeki özel kontrolünü fiilen koruması anlamına geliyor. Şam, SDG'ye devletin askerî ve güvenlik kurumlarında da önemli temsil hakkı verecek. Anlaşma; Savunma Bakan Yardımcısı, İçişleri Bakan Yardımcısı ve Genelkurmay Başkan Yardımcısı olmak üzere 3 bakan yardımcılığı görevinin SDG'ye tahsis edilmesini öngörüyor. Öte yandan SDG'nin üst düzey 70 askerî isminin yeni Suriye ordusuna entegrasyonu ve yeniden yapılandırılmış Suriye ordusunun liderlik pozisyonları için listelendiği bildiriliyor. İsrail'den üçlü askerî plan ve PKK üzerinden bir psikolojik savaş…” Bunları dahi kabul etmiyorlar.
DIŞİŞLERİ BAKANI HAKAN FİDAN’A DESTEK
Ve şimdi çıkmışlar; hem PKK'nın partisi DEM Parti, hem oradan bir milletvekili hem de maalesef AK Parti içinden bir milletvekili, bir Diyarbakır milletvekili bu yüzden bizim Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan'ı itham ediyorlar, suçluyorlar. "Sen bozuyorsun." diyorlar, "Sen anlaşmayı engelliyorsun." diyorlar. Ya ne yapacak Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı? Suriye'nin kuzeyinde bir PKK devleti kurulmasına onay mı verecek? Bunu mu bekliyorsunuz? Elbette vermeyecek. Onun duruşu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ve Türk milletinin duruşudur. Çünkü o Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Hükûmeti'ni ve Türk milletini temsil etmektedir. Elbette ki böyle bir duruş sergileyecektir. Biz bu duruşundan dolayı Sayın Bakanımızı tebrik ediyoruz. DEM'li bir milletvekili —açıkça ismini de söylüyorum: Cengiz Çandar; güya yazar, güya çizer— sen bu memleketin insanıysan, bu memleketin yazarı çizeriysen o zaman bu memleket için çalışacaksın, bu memleketin birliği için çalışacaksın. Cumhurbaşkanımıza çağrı yapıyor: "Dışişleri Bakanı'na ayar ver." diyor. Esas ayarı verilmesi gereken sizsiniz! Çünkü sizin ayarınız öyle bir bozulmuş ki siz Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşısınız ama ABD'ye, İsrail'e, emperyalizme ve siyonizme köpeklik yapıyorsunuz. Esas ayarı düzeltilecek olan sizsiniz! PKK'nın sözcülüğünü yapıyorsunuz. Bu ülkede 40 yıldır bu milletin canına, malına tasallut etmiş, 2 trilyon dolardan fazla geleceğini heba etmiş bir terör örgütünün siz sözcülüğünü yapıyorsunuz; tıpkı Fatih Sultan Mehmet Han döneminde onun yanında olup da Bizans İmparatoru'na uşaklık yapanlar gibi...
ASİMİLASYON YALANLARI RAKAMLARLA ÇÜRÜTÜLDÜ
Şimdi PKK'nın siyasi partisi bir rapor hazırlıyor. Rapora bakıyorsunuz; PKK'nın geçmişteki dilinden zerre kadar bir geri adım yok. Aynı dili kullanıyor, aynı taleplerde bulunuyor; pervasızca, hadsizce... Bakın birkaç tanesini söylesem yani belki okumayanların dudağı uçuklar. Tam da Musul ana vatana katılacakken İngilizlerin talimatıyla devlete isyan eden, bugün Musul ve Kerkük petrollerinin yüzyıldır milletimizin elinde olmamasına sebep olan isyanlar ve o isyanların başlatıcıları gibi... Cihan Harbi'nde türlü badireler atlatarak canını zor kurtarmış olan Türk Devleti ve Türk milleti Cumhuriyet sayesinde nefes almıştır. Bu gerçeği yok sayarak yeni kurulan devletimizin kendini korumak üzere isyanları bastırmasını "askerî, siyasal ve bir Türkleştirme-asimilasyon siyaseti" olarak tanımlıyor DEM'in raporu. Ta oralardan başlıyor, oralardan başlıyor; akılları hâlâ orada kalmış ve Türkiye'yi asimilasyon ve soykırım yapmakla suçluyor bu süre içerisinde.
Bakın şunu paylaşacağım size; ne yaptığımızı bütün milletimiz görsün. Eğer Türk Devleti o gün ya da o günden bugüne kadar onların iddia ettiği gibi davranmış olsaydı yani bir Türkleştirme politikası izleseydi bugün Anadolu toprakları içerisinde Kürt'ten bahsedilemezdi ya da başka unsurlardan. Cumhuriyet kurulduğundan itibaren bakın Türklerin nüfusu sadece altı kat artmış; yani on milyonmuşuz, altmış beş milyon olmuşuz —on bir milyonmuşuz, on iki milyonmuşuz, altmış beş-yetmiş milyon arası olmuşuz. Peki Kürt nüfus o zamandan, etnik yapısı o zamandan bugüne kaç kat artmış? On beş kat artmış, on beş! Birmiş on beş olmuş. Yahu asimilasyon yapılsaydı, soykırım yapılsaydı Doğu Türkistan gibi olurdu. 1949'da Doğu Türkistan'ı işgal etti Kızıl Çin; o zaman Doğu Türkistan'ın 30 milyon Uygur Türk'ü vardı orada. Aradan yetmiş altı yıl geçti; bugün 22-23 milyon var. Bırak bir tane artmayı, 5-6 milyon da gerilemiş. Hâlbuki burada Kürt kardeşlerimizin sayısı ne olmuş? Bir milyondan 15 milyona. Yani Türkler altı kat artarken Kürt etnik nüfusu 15 kat artmış. Be hey hainler, be hey alçaklar, be hey soysuzlar! Bizim böyle bir kavmiyetçilik anlayışımız olabilir mi? Biz Müslümanız; biz "İnnemel mü'minûne ihvetün" (Müminler ancak kardeştir) diyenlerdeniz. Sizin gibi sosyalist, komünist, Marksist düşüncelere satılmışlardan olmadık ve olmayacağız.
İSLAM KARDEŞLİĞİ VE BİRLİK MESAJI
Bir Meclise bakıyorsun; Meclise bakıyorsun, nüfus oranı diyelim yüzde on beş, Meclisteki oran yüzde kırk, yüzde elli. Her partide var; bizde de var, AK Parti'de de var, MHP'de de olacak tabii ki. Çünkü biz PKK yüzünden ya da onun siyasi uzantıları yüzünden Kürt kardeşlerimizden vaz mı geçeceğiz? Elbette geçmeyeceğiz. Bakın kırk yıldır bu ülkede PKK terör örgütüyle mücadele ediyoruz ama hiçbir zaman onun sebebini Kürt kardeşlerimiz olarak görmedik. Asla yan gözle dahi bakmadık; komşuluk yapmaya devam ettik, kız alıp kız verdik, ticari ortaklıklar yaptık. Bugün Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden çok, onun birkaç katı işte en çok da bu bölgede, Ege Bölgesi'nde, İstanbul'da, İzmir'de kardeşlerimiz yaşamakta. Bizim hiçbir zaman böyle bir meselemiz olmadı ve olmaz. Çünkü biz meseleye etnik temelli bakmıyoruz; biz meseleye kültürel olarak bakıyoruz, tarih birlikteliği üzerinden bakıyoruz ve en çok da inanç kardeşliği üzerinden bakıyoruz. Çünkü bu ülke kurulurken, Lozan'da kurulurken bu ülkede yaşayanlar iki şekilde değerlendirildi: Bir, Müslüman olanlar —anasır-ı İslamiyye: Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Boşnak hepsi— bunlar "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı" dendi, "Türk" dendi bunlara, Türk unsuru. Bir de gayrimüslimler; bunlar da azınlık olarak kabul edildi. Kuruluşu böyle bu Cumhuriyet'in, temelinde var olan bu.
HUKUKİ ZEMİNDE TAVİZ VERİLMEDİ
Onun için bakın; bugün "PKK fesholdu" diyorlar ama KCK, HPG, YPG, PYD, YPJ, SDG, PAK, PJAK, KNK gibi bir sürü farklı isimler adı altında Türkiye'de de, Suriye'de de, Irak'ta da, İran'da da, Avrupa'da da varlıklarını sürdürüyorlar. Hâlbuki Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türk hükûmetinin ya da Cumhur İttifakı'nın şartı ne? Önce silahları bırakacaksınız ve bütün bu yapıların tamamı feshedilecek. Şimdi bunların hiçbiri olmadan diyorlar ki: "Hadi anayasayı değiştirelim, yasaları değiştirelim." Yok ya! Sen önce bunların hepsini bir feshet, bir silahların tamamını bırak. Bu Suriye'deki yapı PKK yapısı olmaktan çıksın, Suriye hükûmetinin bir parçası hâline gel; ondan sonra gel, diğer taleplerini söyle. Ama bütün bunlar olmadan her şeyi almaya çalışıyorlar, kabul ettirmeye çalışıyorlar; sanki bunlara bu sözler verilmiş gibi de rahat rahat, gevşek gevşek konuşuyorlar.
Bakın raporda Türkiye'ye yönelik iftiralar sıralandıktan sonra ne diyorlar biliyor musunuz? Eğer diyorlar bunları yapmazsanız Türkiye'nin hareket aralığı daralır, bölgesel ve küresel güçlerin yani siyonistlerin ve emperyalistlerin elindeki nifak kartı oluruz diyorlar. İsrail'in ve ABD'nin nifak kartı oluruz diyorlar. Somut ne talep ediyorlar somut? "Türk Devleti'nin ulus devlet yapılanmasına son verilecek." diyorlar; yani üniter yapıdan vazgeçeceksiniz. “Türkiye'nin tek bir milletten olduğu savının terk edilerek farklı etnisitelerden oluştuğuna dair gerekli yasal ve idari adımlar atılacak; Türkiye tek bir kolektif beden olarak değil, en az iki kolektif beden varlık ve yaklaşımı oluşturacak. Bu çerçevede teröristlerin siyasi hayata aktif katılımının güvence altına alınacağı düzenlemeler yapılacak. Af yetmez; hepsiyle ilgili af... Ama af yetmez; aftan sonra da hepsinin siyaset yapmasına imkân tanınacak, (terörist başı dâhil olmak üzere.) Özgürlük yasaları kapsamında dil ve kültürlerin hukuki zeminde güvence altına alınacak…” Bakın burayı da özellikle bizim muhafazakâr dindar Kürt kardeşlerimiz iyi dinlesin; DEM'in raporu içinde bir şey daha var, ne? "Zorunlu din dersi uygulamalarına son verilecek." diyor. Söylediği, talep ettiği şeylerden bir tanesi de bu. Dolayısıyla bunlar bizim Kürt kardeşlerimizin temsilcisi olamazlar. Onun için ısrarla bunu söylüyoruz ve değiller; onlar bu ülkede Kürtlerin değil, emperyalistlerin ve siyonistlerin temsilcileridir, onların maşalarıdır. Sosyalizmin temsilcisidirler; Marksistlerin, Maocuların temsilcisidirler.
SUÇ İŞLEMİŞ TERÖRİST İÇİN AF, İŞ, TAZMİNAT İSTİYORLAR
"Belediyeler Kürtçe diliyle hizmet verecek." diyor; "Doğu-Güneydoğu'da kamu hizmetleri çok dilli olarak sunulması hususunda gerekli adımlar atılacak." diyor. Bölgede PKK idarecilerinin kontrolünde bir yerel özerkliğin yolunu talep ediyorlar. Geçmişle yüzleşme çerçevesinde yaptıkları teröristle mücadele, Türk Devleti tarafından bir "mağduriyet" olarak kabul edilecek ve mağdurlar tarafından devlete tazminat ödemesini istiyorlar. Bir de teröristleri affedeceğiz, bir de üstüne iş vereceğiz, siyasete sokacağız, bir de tazminat vereceğiz! Talepleri bunlar. "Demokratik Entegrasyon Yasası" diye bir kavram üretmişler; buna "Geçiş Yasası" da diyorlar. Bu yasa çerçevesinde terör örgütü üyelerinin toplumsal ve siyasal yaşama katılımı için gerekli hukuki ve siyasi zeminin yaratılması gerekiyormuş; böylece silahlı kişilerin, yurt dışına kaçan veya cezaevinde olan teröristlerin suç işleyen ve işlemeyen ayrımı yapılmaksızın —bak, suç işleyen ve işlemeyen ayrımı yapılmaksızın— toplumsal ve siyasal süreçlere katılmaları güvence altına alınacakmış. Bir sürü şey var, yani buna benzer zırlamalar var. Ama dikkat çekici bir şey daha var: Kırk yıldır bize, milletimize, devletimize kan kusturan; binlerce askerimizin, polisimizin, güvenlik korucumuzun katili teröristlere bunlar istiyorlar; af istiyorlar, iş istiyorlar, tazminat istiyorlar ama bunun karşısında bunlarla mücadele eden askerimizin, polisimizin, güvenlik korucumuzun zaman aşımı olmadan yargılanmasını talep ediyorlar! Bak ahlaksızlığın boyutunun ne kadar zirve yaptığını görüyorsunuz.
GÜVENLİK KORUCULUĞU SİSTEMİNİN KALDIRILMASINI İSTİYORLAR
Yani bunların amacı da aslında anlaşmak değil; yani zaman kazanmıyorlar, meşruiyet kazanmaya çalışıyorlar. İhanet raporu bu kadarla da kalmıyor: Bölgedeki özel harekat birlikleri, operasyon timleri ve askerî birlikler Doğu-Güneydoğu Bölgesi'ni terk ederek ülkenin batısına çekilecek” yani orada Türkiye'nin askerini polisini istemiyoruz diyorlar. “Askerî güvenlik alanlarına son verilecek” diyorlar; “yeni karakol inşaatları durdurulacak ve mevcut karakollar da PKK kontrolündeki yerel yönetimlere devredilecek. Müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının hayat boyu sürmesine ilişkin düzenlemeler iptal edilecek.” Vicdani ret hakkı tanınarak halkı askerlikten soğutma suçunun yürürlükten kaldırılmasını istiyorlar. “Terörle mücadele eden devlet görevlilerinin ve devletle iş birliği yapan sivillerin soruşturulmasında yer alan izin sistemi ortadan kaldırılacak” yani direkt yargılanacaklar diyor. “Kamu görevlilerinin terörle mücadeleye karıştığı öldürme fiillerine yönelik zaman aşımı ortadan kaldırılacak. Terörle Mücadele Kanunu'nun son sayfası mutlaka yürürlükten kaldırılacak; terörle iltisak ve irtibat gibi hukuki temeli olmayan kavram ve yaklaşımlara son verilecek.” Türkiye Büyük Millet Meclisinde polis ve jandarmanın işlediği iddia edilen hak ihlallerinin önüne geçecek ve etkili soruşturma yapacak bir "Ayrımcılıkla Mücadele ve Kolluğun Denetimi Komisyonu" kurulmasını istiyorlar. Özel yetkili ve görevli ağır ceza mahkemelerine son verilecek ve bölgede 40 yıldır bizimle, devletle birlikte hareket eden; askerle polisle omuz omuza teröre karşı mücadele eden güvenlik koruculuğu sisteminin kaldırılmasını ve silahlarının teslim alınmasını istiyor. Çünkü onları da aldığı zaman ne olacak? Bölgede tamamen istedikleri gibi at koşturacaklar. Dolayısıyla bak ne kadar çirkin, ne kadar hain, ne kadar alçakça talepler bunlar.
KÜRTLER KARDEŞİMİZ, PKK DÜŞMANIMIZDIR
Bunlar siyasi bölücülükten asla vazgeçmiyor. Dedim ya işte her hafta bölgeye de gidiyoruz; konuşuyorum oradaki sivil-askerî bürokrasiyle de konuşuyorum, vatandaşla da konuşuyorum, diyorum ki: "Ya bunlarda gerçekten barışa, birliğe dair bir emare var mı, bir adım var mı?" "Zerre adım yok." diyorlar; "Dün nerede duruyorsa bugün aynı yerde duruyor." diyorlar. Onun için bunlara güvenilmez. Bir kere daha söylüyorum; bunlara güvenilmez. Çünkü bunların iradeleri de kendi ellerinde değil, biraz önce de söyledim. Dolayısıyla da bunların bizim nezdimizde bir hükmü yok; raporlarının da bir hükmü yok. Bunların raporlarını da ayağımızın altına alırız, işte burada. Dolayısıyla bir şey yok. Evet. Ama biz Kürt kardeşlerimizle bunların aramızdaki bağı koparmasına da asla müsaade etmedik ve etmeyeceğiz. Çünkü Kürtler kardeşimiz, PKK düşmanımızdır.
DENİZLİ’DE BAYRAK DEĞİŞİMİ TAMAMLANDI
Bugün görevi devredecek olan İl Başkanımız İsmail Karateke kardeşimize ve yönetimine teşekkür ediyorum. Çok güzel bir dört yıl geçirdiler, kendilerine şükranlarımı sunuyorum. İnşallah bugün bayrağı devralacak Selman Yeniçulha kardeşimiz de aldığı bu bayrağı daha ileriye taşıyacak; onu da şimdiden yönetimiyle birlikte hayırlı olsun diyorum. Cenab-ı Hak'tan üstün muvaffakiyetler diliyorum. Kongremiz hayırlı, mübarek olsun inşallah. Sağ olun, var olun; Allah'a emanet olun.